21 Ağustos 2010 Cumartesi

ödlek

az önce arkadaşımla sohbet ederken yalnızlığı severmiyiz sevmezmiyiz muhabbetine geldik. ben sevmem ama severim gibi ortaya bir karışık sundum. o ısrarla çok sevdiğini söyledi.
kafası ve etrafı sürekli kalabalık tipler vardır, ben onlardan değilim aslında. haftanın ortalama 2 günü bir arkadaşım gelir odamı paylaşırım. genellikle yer yatağında yatarım öyle zamanlarda. çok severim insanların gelip gitmesini. onun dışında çok sosyal değilimdir. hayatım 3-5 kişiyle döner gider. okuldan ordan burdan birileri bişiler yapmak için çağırdığında ise itinayla reddeder, bir bahane uydurur, iş çıkarır gitmem. gidesim gelmez hiç
kendime bir koruma kalkanı çevirmişim. hayatım tıka basa dolu gibi. dışardan gelecek bir kişiye bile yer yok hayatımda. ukalaca bir şey değil bu. hani çok meşgul bir insan olduğumdan da değil. sevgimi ve ilgimi yöneltebileceğim başka birisine yetecek duygulardan yoksunum çünkü.

genellikle çok sevdiğim insanlar bile heyecanla bişiler anlatırken hep bir noktada ilgimi kaybeder ve dinliyormuş gibi yapmaya başlarım. o duygunun içine giremem. konudan uzaklaştıkça uzaklaşırım. ve işte o zamanlarda her zaman yaptığım gibi söylenene ve sorulana uymayan bir cevap veririm.

psikolojiyi hep çok sevmişimdir. bu konuda en yakın arkadaşlarımdan birisi olan bir psikolog arkadaşımın söylediğine göre çok yeteneğim varmış, algılarım çok güçlüymüş ve neredeyse önlisans derecesinde psikoloji bilgisine sahipmişim. sanırım işi kurtarmanın yolu bu. en basit ve güvenilir yolu.

ilgiyi bir noktaya kadar, yani mevzunun ana noktalarını çözene kadar dikkatle dinlemek. her konuda olduğu gibi teferruatlar gelir sonra. öyle dediydi şööle dediydi, ne edeceğimdi ne yapacağımdı. dıydı dıydı...
uzar gider. beyin hücrelerine yazık olur işte o noktadan sonra.

o esnada yalnızlığma seslenirim, şerefsiz gel şuraya kurtar beni diye.
ben yalnızlığı en çok kafam şiştiğinde severim.

dudaklara bakıp, ıssız adaya düşsen yanına alacağın 3 şeyi düşünmek insan psikolojisine daha faydalı olur o vakit.

ben sonuçta pasif bir dinleyiciyim. ve kısır bir yorumcu. öyle de olmam gerekir. fazlası mesleğe girer. ben zaten psikolog değilim.

sıçtığımın biyoloğuyum.

herneyse. gelelim yalnızlık mevzusuna.
benim yalnızlık anlayışım bir kestirme aralığıdır.
yalnız kalmak isteyerek uyur, 5 dk şekerleme yaparım ve uyandığımda yalnız kalmanın bana hiç mi hiç yaramayacağına kanaat getiririm.
hayallere dalarım iki dakkada.

acaba hiç yalnız kalamadığımdanmıdır nedir çok özeniyorum zaman zaman şöyle tek başıma alayım başımı gideyim anasının nikahına da rahatlıyım.
ama biliyorum batmaya başyacacak.

genellikle artislik yapıp çekip gittiğimde bile genellikle bir sahil kenarına giderim, ordan geçen insanlara bakarım.
kalabalığın içindeki yalnızlık geyiği gelir gösterir boynuzlarını, dur lan noluyo, sokcanmı napcan dön evine derim kendime.

hayatını odasında ve sıklıkla yatağının içinde geçiren bir kişi söylüyor bunları. kucağımda bilgisarayım (teşekkürler atz'm) kulağımda mp3 playerım (teşekkürler atz'm)
elimde kitabım (ve yine teşekkürler atz'm) ...
böyle çıkmamı gerektirecek bir durum olmaz.

mutlu olurum kendi kendime.
ama bilirim ki kafam bozulduğunda, içim sıkıldığında bana evini ve kucağını açacak çok güzel insanlar var hayatımda.

bu güvenceyi silip atamam yalnız kalmak istiyorum diyerek.
benim yalnızlığım 2 tren istasyonu mesafesi, 2 mesaj aralığı, 2 öpücük arası...

yalnız kalmaktan korkmayan varmıdır. herkes gençken bişeyleri ispat etmek uğruna, yalnız da ayağa kalkabilrim, tek başıma yaşayabilirim demek için denemelerde veya arzularda bulunmuştur.
belki ufak atarlarsa civcivler yiyebilir o ayrı mesele.
ama insan kendisini 70 yaşında tek başına bir evde kendisine su verecek birisi bile olmadan yaşadığını düşünse bunu istemez bence.
maalesef ki yalnızlıklar yalnızlıkları doğuruyor.
hayattan bir kere kopmaya başlayınca gerisi gerçekten geliyormuş.
ben şu sıralar buna benzer bir hayat içersindeyim.

kaybettiğim güvenimi tazelemek için insanlara ihtiyaç duyarken, acaba bir yerde yine beni incitiecek bişey çıkıp da daha beter olurmuyum korkusuyla tek başıma kalmayı tercih ediyorum.

eğer istediğimde etrafımdan uzaklaştıramıyorsam onları kovarak yapıyorum bunu.
kalp kırarak inciterek nefret ettirerek.

itiraf ediyorum.

bazen istediklerimiz olmayınca bazı eski yöntemlere başvurmak gerekebiliyor.
hepsini deniyorum teker teker.
çızık atıyorum kara tahtama.
olmadı yemedi diye.

şu sıralar en çok zevk alığım şey, fotoğraflara bakmak.
herhangi bir kelime yazıp google da görsellerden aramak. çok acayip heyecan duyuyorum nedense.
manyak gibi saatlerce bişeylere bakabilrim.
kimi zaman bir surat kimi zaman bir manzara veya eşya oluyor..

hayatımdaki tüm insanları ve sorumlulukları unutuyorum.
yalnız kalmanın mutluluğunu yaşıyoroum.
sıcak ekmek üzerine fıstık ezmesi sürme mutluluğu bu.

sevgilim bana "artissin sen, böyle bi havalısın" diyor.

oysa anlatamıyorum ki artislikten değil o.
amaçsız bir davranma şekli.
öyle davranırsam böyle şöyle sonuçları olur ne güzel koyayım tavrımı düşüncesi hiç değil.

çekip gidiyormuşum..

aslında durum mütemadiyen şöyle oluyor ki.
sinir anında uzaklaşmak yalnız kalmak iyi geliyor, çünkü yanında kalsam araya daha büyük mesafeler gidecek, şu çenemi tutamıycam, itinayla içine edicem..

yani artizzzz değilimdir.

hatta aksine sevdiğim ne varsa gün boyu cebimde taşıyıp, ara sıra kontrol etmek isterim ordalar mı diye.
bağlanma korkum var ama deli gibi bağlanıyorum. güven problemlerim var, güvenmek istiyorum ama güvenmememi haklı çıkartabilecek detayları görüyorum, belki de sadece onları görmek istiyorum.

terkedilme korkum var bir de. hayatıma şu güne kadar kim girdiyse işler boka sardı, dön baba döndü, don lastiği oldu uzadı, kabak tadı verdi.
o korku, yalnız kalma, sevilmeme, terkedilme korkusu öyle bir baskın ki ben böyle bir şey başıma gelmeden, gelme ihtimali bile olmasa, karşımdaki beni çok sevse mesela, hiç bir anlam ifade etmeyip, terk etmek istiyorum.
çünkü bu korkuyla baş edemiyorum.

sosyal fobik olma yolunda da emin adımlarda ilerliyorum tüm bunlar olurken bir yandan da öz hakiki borderline olmanın örüntüsünde örüldükçe örülüyorum.

ben çok yaşayayım ha.

ne korku dolu bir hayatım var.
ben neye isyan ediyorum ki utanmadan bir de.
gelip bana isyan edenler çok haklı.

neyse neyse..

arada bir inler cinler tepeme üşüşse de, sinirli saldırgan tavırlar sergilesem de, hepsi belkide insanları kırmamak için çok fazla şey biriktirmiş olmanın sonucu. o kadar çok yükleme oluyor ki, 1 damlada taşıp milleti afallatıyorum. büyük, küçük, genç, yaşlı, doktor, hoca eş dost demeden hönkürebiliyorum.

beni de seven böyle seviyor.
belkide sadece bunun için seviyorlar.
çünkü bilenler biliyor ki ben aslında onları kaybetmekten çok korktuğum için böyleyim.

ama utanmıyourm.
hayatta herkesin çeşitli korkuları var.
bize okulda adli davranış bilimlerinde öğretilen "kendini inek zanneden maço kurbağa" mevzusu var mesela.
ne kadar ezik ve eciş bücüş olduğunun farkında olmadan, aslında korkularına ve güvensizliklere kurban edilmiş ama bir taraftan da şişirilmiş egolarıyla etrafta gezinen psikopat tipler.


ben en azından böyle değilim.

alın size benden samimi itiraflar.
bikaç sene önce kendimle yüzleşemezdim.
tüm hayatımı ve hayallerimi içimdeki güvensizliğin ve korkuların yönettiğini söyleyemezdim.
yaptığım herşein haklı olduğunu savunurdum.

ben hep en iyisini yapardım da hayat boktan olurdu.
ne de güzel mazlum olurdum sıyrılırıdm.
oysaki insanım.
yapacak birşey yok.
bende kıskanıyorum, deliriyorum, korkuyorum.
çok aşık olduğumu bile söyleyemezdim.
söyleyebiliyorum.

gece it gibi korkudan yatağında titireyip de sabah insanlara mışıl mışıl uyudum demiyorum.

duygularımla yaşamak istiyorum.
zaten mantık denen şeyin ne boka yaradığını da anlamadım arkadaş.
ben o mereti kullanamıyorum.

sonuçta bunu okuyan beni tanımayan kişiler
siz şuan bu satırları yazan kişiyi daha iyi tanıyorsunuz.
ve ben kendimle gurur duyuyorum herzaman.

yani ben

yalnızlıktan korkan bir ödleğim.

bunu bilebiliyorum.

yaşasın!

2 yorum:

FeSAT dedi ki...

çok yoğun yaşıyorum "yaşadığım" hayatı biliyosun... öyle herşeye yetişmeye zamanım olmuyo.
o yüzden sevdiğim filmleri.. dizileri.. kitapları.. blog-ları biriktirip biriktirip toptan bikerede su gibi tüketmek istiyorum.. hani böyle ekmek arası bişeyler yerken bi büfede falan.. yanında verdikleri ayran hiç bi zaman o yarım ekmekle senkronize şekilde tükenmez de hep önce biter ya.. ben çok sinir olurum işte ona..
böyle azar azar -tadına varamadan- içmektense bi kerede kana kana bitirmek isterim o ayranı..
işte bu yüzden (tam anlamatamadım galiba hangi yüzden olduğunu ama olsun.. sen anlarsın;) )uzun zamandır bakmıyodum günlüklerine.. şimdi nerdeyse 2-3 saattir tekrar be tekrar okuyorum bütün yazdıklarını..

hepsine teker teker yorum yapmaktansa bu sonuncusuna bişeyler yazmak istedim..

Keşke kış gelse de daha bi depresif.. karamsar şeyler yazsan diye düşündüm kendi kendime sonra..
ama genel olarak inanılmaz bi hayal gücün.........

yok yok bu olmadı.. herkesin muhakkak kendine göre müthiş bi hayal gücü var çünkü.. baştan alıyorum :

Genel olarak şunu söyleyebilrimki sen hayatımda tanıdığım ; hayal gücünü bu kadar iyi yazıya dökebilen yegane insansın !..
("yegane" ne demekse artık ;D )

blackinwhite dedi ki...

teşekkür ederim canım:) hayal gücü insanın hayalleri kadar, bir çok şeyi elde edemeyince, hayal kurmaktan başka birşey kalmıyor. ben de istiyorum kışın gelmesini ve depresif şeyler yazmayı ama sonra diyorum ki ilkbahar olsa, mutlu olsam ve hep umutlu şeyler yazsam..

şu ayran olayında da çok acayip haklısın, bende senkronize gidemem, büyük ayran içmek isterim ama utanırım genellikle. küçük ayranla fırt fırt idare ederim:))

bu blog zaten zıvanadan çıktı, 300 küsür yazı var sanırım, şöyle toplu bir intihar ettirip yani bir sayfa açmak istiyorum!

ayrıca; yegane: biricik demektir (Unique)

bişeyler konusunda birileri için biricik olmaz güzel:)

byee