28 Haziran 2010 Pazartesi

deliriyormuyum?


şimdi artık heryerde harekete duyarlı aydınlatmalar var. bizim apartmandada öyle. eskiden ışık sönerdi gece apartmana merdivenle inerken, strese girerdim, arkadamdaki görünmeyen gizli güçlerden kaçarak basardım ışığa yanardı, ohh çekerdim.
şimdi elini kolunu sallaya sallaya ilerliyosun.

garip bir alışkanlık.
bir de şu restorantlarda falan olan sensörlü musluklar, sabunluklar var. elini uzatıyosun akıyo... mis gibi..
zaten yürüyen merdivenler var..

garip alışkanlıklar.

gece tuvalete kalktım, uyku sersemi karanlıkta yürümeye çalışıyorum, ışığın yanmasını bekledim nedense. sonradan evde olduğumu farkettim.
ne garip
içimde salak bir öfke oluştu.
ulan ışık yansana diye..

ne kolaycı yaşıyoruz dimi ganka diye muhabbet etmek isterdim olsaydı yanımda kimse.

hayatlarımız da mı öyle oldu?
benimki sanki öyle.
bir hareket yokken yanmıyorum akmıyorum, kıpırtısızım karanlııktayım sanki.

kendini temizliğe, yemek yapmaya veren ev kadınlarını anlıyorum.

herkes beklenti içinede aslında.
aynı ritmdeki bir şarkı, aynı frekanstaki bir ses, etrafımda benden 3er 5er tane varmış hissi.
hep aynı benlik üçlemesi.

9-8lik göbek havası..

hep ille de roman olmalar içindeyim..

konu nerden nereye geldi, haklısınız.

zaten ben hep sizin haklılığınıız kanıtlamaya çalışıyorum.
benim görevim bu.
ilahi adaletin benim üzerimden işlemesi bu.

ilahi adalet varsa bir yerde, bende ordayım.

nasıl mı?

sevdiğiniz çocuk benden mi hoşlandı?

tüm kara büyüler, beddualar, küfürler geldi çattı başıma.

o kadar hınçla sölediniz ki, allah baba kabul etti.
benim de firdevs hanım gibi ağzım gözüm yamuldu.
al sana ilahi adalet.

çok parlak başlayan üniversite hayatımın nazara gelmesi de buna örnektir.

tüm yaşıtlarım eblek eblek kıçlarını yayarken çalışan ben, annelerin medari iftiharı bendeniz, göze geldim, söze geldim.

işsizim güçsüzüm.

iş görüşmelerim iç güveysilerin yandan yemiş iki seksen uzanmış hallerine benziyo,
girip çıkıyorum,
ha beni istemiyorlar da değil.

iyi para teklif ettiler geçenlerde
ama kabul etmedim.
valla lan.

dedim ki yok bebeğim sen bana göre değilsin.

analize gelemem hele ki psikanalize hiç gelemem dedim.
aldım sigaramı gittim.

neyse konu iyice karıştı.

acaba çok fazla okuduğum bilimkurgulardan mı, polisiyelerden mi yoksa artık okumaktan usandığım csi derslerden mi bilmiyorum. güzel değişik rüyalarım var.






dün gece ki rüyamda, kedimi gördüm.
kedilerin dilleri tırtıklıdır bööle diken gibi, elinizi yaladığında anlarsınız.

hatta bakın resme aşağıya da koydum bi tane




benim kedim gibi gelip sizin kaşlarınızı falan yalıyosa daha iyi bi anlarsınzı neyse,

hah nerde kalmıştım

rüyamda kedi mamasıydım.
aslında önce coca cola satan bir büfem vardı, taksimde bir büfedeydim, bir kedi vardı çok şişman büfenin kenarına geliyodu, ondan sonra nasıl olduysa kedi maması oldum.

kedi büyüdü büyüdü kocaman oldu ben minicik kaldım.
alis harikalar diyarında gibiydi resmen.

sonra kedi beni yedi. ağzına aldı yani. bende dilindeki dikensi yapılara tutunuyordum.yutamıyordu.
sonra orda film koptu, ben birden bir uçağa yetişmeye çalıştım
baktım herkes orda.
arkadaşlarım falan, benim "lady rosen red" de orda bebeğim.

arıyo gelsene kızım diyo. oki geliyorum diyorum yetişemiyorum.
rüyamda çok çişim gelmiş tuvalet kuyruğundayım, ordan koştura koştura uçağa biniyorum.
uçak hareket etmiş kalkıyo.
önününe geçip durun diyorum ellerimi kollarımı sallıyorum.
duruyo :)

atlıyorum hemen, aaa heryer dolu tıklım tıklım benim rosen red güzeli de elinde kahva fincanı, içinde fırçalar koltukların arkasına resim çiziyo.

"nasıl gidiyo senin tablolar?" diye soruyo.
(dün tel.de aynı şekilde sormuştu)

"kem küm" diyorum, "şu sıralar pek içimden gelmedi" diyorum

derken efendim, nasıl oluyosa bizim indiğimiz yerde uçakta beni yemeye çalışan dev anası kedilerden bir sürüsü var.
ödüm kopuyor böyle.
altıma ediciim.

sonra aralarına kıstırmışlar benim oğlumu (ismi poyraz olan kedim)tıslıyolar.

kurtarmaya çalışıyorum. yaklaşamıyorum.
sonra dev bir ayak geliyor oğlumun üzerine basıyor.

kalkıyo sonra o dev ayak yerden ve oğlum yok olmuş.

ölmüş heralde..

sonradan anlıyorum ki melek olmuş.

uçakla dönüyorum ağlıyorum.
uçağın yanında uçuyo pencereden bakıyorum.

çok feci ağlamaya başlıyorum.
uyanıyorum hemen.

koşa koşa kedime bakmaya iniyorum.

daha gece, hemen tuvalete gidiyim diyorum önce,
yürüyorum yanmıyo anasını sattığımın lambarı.

alışmışım yürüyünce yanmasına..

küfrediyorum...
basıyorum ışığa, yanıyo, işimi halledip hemen alıyorum anahtarı açıyorum kapıyı.
şak diye yanıyo apartmanın ışığı,
ohh e hayat diyorum.

asansöre biniyorum,kapısı açılınca ışık yanıyo, apartmanın içinde her gece her daim yanan ışık da var ( e zaten her daim demek bu demek)
arıyorum kedimi bahçede bulamıyorum.

tüm komşular pisi pisilerimi dinliyo.

yok yok yok..
deli oluyorum..


(bu da ben ve kedimin resmi)


neyse sabah 4 fasıl indim çıktım bulamadım.
ve nihayet öğlene doğru bulmayı başardım.

aldım kucağıma sevdim sevdim
konuştum bi yandan.
"öldün zannetim, rüyamda gördüm seni" dedim.

anlattım rüyamı dinledi.
sütünü içiyodu ben anlatırken, bır bır konuşuyodum kedimle (hep konuşurum)
ben arada susunca kafasını akldırıp bakıyo resmen.

ee çok heyecanlı devam devam der gibi..

kavuştum oğluma da..

günüme kıpırtıyla başladım bölelikle.

anlatacak ne çok şeyim varmış meğersem.

geçen gün manitayla izliyoruz, bir adama hiç kayboldunuz mu diye soruyolar adam hayat hikayesini anlatıyo..

aynı ona benzedim..

deliriyomuyum ne?

biri bana doğruyu söylesin ...

23 Haziran 2010 Çarşamba

U-Dönüşü


başınızı döndürecek bir proje haberi vereyim hepinize

U-Dönüşü!

rock müziğe taze kan geldi baylar bayanlar!! :))

bu projede kimler yok ki, alın buyrun inceleyin

U-Dönüşü

şeytan nerde?


şeytan taşlama..
günah çıkartma..

eteğimdeki taşları silkeledim
cebimdekileri de attım..
elimdeki taşı da atıyorum.
yuvarlandı yuvarlandı.
geldi ayaklarımın ucunda durdu.

şeytan bende mi?

bumerang etkisi..
etrafım doldu

taş..
toz toprak..

şeytan bende olmalı.

gözlerimde
kulaklarımda
ellerimde
beynimde..

içimde...

evet evet böyle olmalı..

zihnimde hastalıklı bir yer var.
ulaşamadım oraya
çözemedim
iyileştiremedim..

benim dışımdaki herkes haklı rahip bey
en haklı da sizsiniz.

inançlarımız farklı gibi görünüyor.
ama...
içimdeki şeytana rağmen aynıyız.

özümüz bir..

beni belki anlarsın..

"şeytan taşla" dediğinizi duydum..

peki..

tüm taşlarımı bıraktım.....

size.

gelin beni taşlayın.
çünkü şeytan bende...

22 Haziran 2010 Salı

ankaranın kırosuyum ama mutluyum


elime bir film alıyorum izleyip izlemediğimi bir türlü hatırlayamıyorum. başını hayal meyal hatırlayıp da sonunu bir türlü anımsayamadığım bir film bu. e olay zaten sonunda di mi sonuçta? izlesem başları can sıkcı, aynı şeyler, bilindik diyaloglar olacak.
ama sonu için değer mi?
hmm peki o da bir türk filmi "klişe"lerinden ise?
nolacak ki? fakir ama gururlu bir genç kız mutlu olacak en sonunda,
çatal kaşık tutumasını mı öğrenecek
iyi giyinecek
iyi konuşacak
türlü türlü yenilikler katacak kendine..

adam farkedecek elbet..
aşık olacak..

kendisine layık olacak.
türkan şorayın en türkan şoray olduğu
en göz süzdüğü film olacak.

"güzel olduğu kadar da küstah" olacak.

erkekler sever hem güzel hem de küstah olanları.
süs biberleri hep sevilmiştir.
acıdır yakar ama taşıması güzeldir.
herkes tadamaz onları bi kere..

neyse bizim türkan yüz vermez ediz hun'a,
intikam soğuk yenen bir yemektir ya
yemek iyice soğusun diye sinsi sinsi bekler bir kenardan
şuhh bir kahkaha da patlatır.

olmuştur o.

hanımefendidir.
ayıp yanlış bişi yapmaz.
yapsa da yakışır. kapris denir.
bizimki biraz huysuz denir.

neyse bizim ediz kaptırır kendini iyice.
o eskiden sevdiği fakir ama gururlu kadın
içindeki silik bir vicdan azabı
ince bir sızı olarak kalmıştır sadece.
hatırladığında rakıyı tokuşturup da bir içki masasında "içelim" diyip geçeceği bir anıdır sadece.
kadeh tokuşturma bahanesidir.
neyse..

türkan gerçekleri söylemek ister.
türlü oyunlarla kendine iyice bağlar.
bizim ediz de maymun olmuştur iyice o sırada.
köpek gibi salyalarını akıta akıta koşmaktadır peşinden.
işte "mükemmelliği" aradığı "kusursuzluğu" kendisine "yakışanı" bulmuştur.
budur!
olmuştur!

herneyse..
türkan bombayı patlatır.
ediz utancından yerin dibine girmiş orda kazı çalışması yapıyordur.
neredeyse birazdan petrolü bulup araplara rakip oalacktır.
kendisine bir kırallık kurabilecektir.
bu göt oluş, bu hayatın sillesi yetmiştir ve artmıştır kendisine.

bu farkındalık da süper ve ötesi işlenir klişe filmimizde.

sonunda, ders vermeyi başarmış türkan süzüm süzüm süzülürken ediz de aile babası olacak, pembe çatılı evlerinin akan çatısını tamir edecek veya doğacak çocukların altını temizlecek gücü toparlamıştır.

film bu 2 aşığın yanaklarını ekrana bakarak değdirmesiyle sona erer..



(iddialı laflar her zaman basittir)

bu bir klişedir.
ama ne yazıkki severim ben bu klişeyi.
güzeldir umut vericidir.
kirlenmemiştir.


e tabiki herkes mükemmeldir.
kimileri ise çok daha mükemmeldir.
"söz" sahibidir.
"hak" sahibidir.

işte bu yüzden haklıdır.

ben neyse bu filmi izlemiyim.

şu sonu ne şekilde biteceği belli olmayan
katil çırak mı aşçı mı yoksa baştan beri melek gibi görünen üvey anne mi görelim.

biraz da avrupanın klişelerini benimseyelim.
özümüz zaten önemsiz ya, başkalarının klişeleri bile bizim için modernizm..
yoksa post modernizm mi?
e bilemedim ben şimdi.

hani bir gerçek vardır da insan farketmez.
hep en beğenmediğimize benzeriz.

çünkü en beğenmediğimizi beğendiklerimizden çok gözlemleriz
istemeden benzeriz.
bu benim kendi çapımdaki tespitim.
tamamen yanlış da olabilir.
sorun değil yani yıkılmam yanlışsa.
hayatı kendime zindan etmem.
aç susuz kalmam bu yüzden...

ben şimdi film izlesem mi izlemesem mi bilemedim.

izlesem ve beğensem "alın siz de izleyin" demeye çekiniriim.

hele ki bööle mükemmel insanlar etrafımdayken.
interneti araştırma yapmak için kullanmam.
özgün olanla olmayanı ayırt edemiyorum ki.
evet evet
bende bir sorun var.

milletin twitter da bin tane tweet'i varken ben daha varlığından bi haber ismini söylemiyordum.
hele ki benim gibi kendini bilmez küçük insan.
nasıl sevebilirim o müzikleri

e o kadar şeyden sonra izleyemem ki o filmleri de..
neyse
gizli gizli izlerim ben de

koyarım kendimi türkanın yerine
aynanın karşısına geçer
süzerim gözlerimi..

e zaten biraz da köylüyüm ya..

ankara kırosu

ohh be mutluluk bu.

13 Haziran 2010 Pazar

hazırlandım sokağa çıktım, birden vazgeçtim..
geri döndüm..

hayatım bu sokak kaldırımlarında geçiyor.

11 Haziran 2010 Cuma

emprovizasyon..




içimde bir şiir defteri, bir de oradan oraya savrulan notalar. bir de fırça darbesi duruyor. yeri geldiğinde birşeyin üstünü en siyah boyayla kapatmak için veya en beyazla..

bazen bir şarkı söylüyor içimde bir yerde birisi. diğeri durmadan notalarını yazmaya çalışıyor. piyano önce sakindi. şimdi en acı melodisinde. keman da geldi. ağlıyor. üflemeliler bir kulağımdan diğerine üflüyor sanki. ruhumdan çıkıyor tüm bu sesler. gitarının telleri gibi vuruyorsun sanki tüm kuvvetinle..
ben içimden bir şarkı besteliyorum.

öyle anlamsız
öyle anlamlı...

beceremesem de "benim" diyorum.
bana ait.

"ben"cilliğimin zarı yırtılmış.
bozulmuş çoktan
ne bakir ne bakire

sanki cinsiyetsiz
şekilsiz.



öyle çok dinlemişim ki bazen seni

rüyamda görüp "ben" sanmışım sana aitleri

ne garip.

ruhumun üzerindeki örtü kalkmış.
çıplakmış

beyaz gibi görünürmüş ama siyahmış.
katil dediğin çocukmuş.

oysa o hep yanılmış.
eli kanlı,bıçaklı sanmış.

masalmış.
yalanmış..



aşkta anlamarayış
sonu görünmeyen bir otobanda yürümek gibi.
açlara sarhoşlara otostopçekip arabalarına binmek.
yalnızlık mı iyi yoksa sevmeden sevişmek mi?

biz hiç sevmeden seviştik mi?

tutkuya sağdıçlık mı yapıyorduk sadece.

sen otobanda sersefil mi geziyordun bana söyle..

yanımdan geçip 10 adam boyu, durdun.
müziğin sesi sonuna kadar açıktı.
en sevdiğim şarkıydı o
duyduğum en iyi şarkı.

neyin sarhoşluğuydu?
ben topukları kırılmış ayakkabımla.

ölümümü betimliyorduk aşkı mı?

sebeplerimiz hep anlamsızmıydı?

ben anlamarayışında kaybolmuşum.

bulunca yorulmuşum.

dinlenmek için sayısız ten kokan koynuna sokulmuşum.

sonra elleirmle yıkadım.

seni yıkarmış gibi görünürken ben de yıkandım.

şimdi en iyi şarkıyı duyuyorum.
yapmadığın
henüz bilmediğin.

ben duyuyorum ama.

avuçlarında ateş çünkü biliyorum.
donacaksın yoksa yanmadan.

dayanamayacaksın.

ve benim sadece içimde bir şiir defteri.
bir yırtık günlük.
bir de oradan oraya savrulan notalar...

bir de fırça darbesi duruyor. yeri geldiğinde birşeyin üstünü en siyah boyayla kapatmak için veya en beyazla..

ama içimdeki şarkı siyahla boyanmaz di mi??

7 Haziran 2010 Pazartesi



içimden mızraklar geçiyor.
susturduğum, yatıştırdığım, unutmaya çalıştığım herşey su yüzüne çıktı aniden.
başka başka bahanelerle mutsuzluğuma kılıflar uydurmaya çalışırken, aslında içinde kaybolduklarım bambaşka.

içimde bir mızrak var, sağo sola çevrilip kanatıyor daha beter.

tarifsiz..

geçmiş geleeğin aynasımıdır?

yapılanlar yapılacak olanların teminatımıdır?

değişir mi insanlar?




nereye dönsem leş gibi kokuyor sanki.
her taraf pislikmiş gibi.

aklımı mı oynatıyorum?

kendimi mi buluyorum?
bu o kadar kötü bişey olmasa gerek diyorum bazen.

hiç tanımadığım birisiyle konuşabilirim belki.

"hadi al şu acıyı yerine iyisini ve güzelini koy" derim.

burası da benim ağlama duvarım napayım..

içimdeki taşları fırlatıyorum buraya..

hafifliyorum biraz.

o kadar ağırım ki!!

kendime

bu yazıyı sana bizim oralardan yazıyorum, böyle şiddetli yağıp da ıslatmasaydı son sigaramı da yağmur içecektim bir tane daha..
kader diyelim..
uykumun en derin saatidir bu saatler bilirsin..
niye mi şimdi ayaktayım?
işte ben de sana onu sormaya geldim..
biliyorsan bana da söylermisin?

balkondan ayrılmayan kuşum da yok şimdi.
çatıya saklanmış kuş bakışı izliyor şimdi geceyi.
ben sadece beş kat yukarısındayken hayatın.

birazdan şarjı bitip de kapanacak olmasaydı bilgisayarım
sana neler yazardım biliyosun..

kader diyelim.

senin de uykunun en derin saatidir şimdi
biliyorum.

şu saçlarım öyle pis öyle yağlı olmasaydı
gelirdim başımı okşaman için..

severmiydin ki?

sevmezmiydin?

neyse boşver
canın sağolsun..

ısıtmışsındır yatağı şimdi.

ben de üşüdüm biraz.

tamam çok bekletmiycem
yanına geliyorum.

benim en iyi oyun arkadaşım..

kendim..

iyi uykular bize..

6 Haziran 2010 Pazar

ölüm bütün sınıfları kaldırır


öyle iyi sakladım ki kendimi
siz bile gördüğünüzü ben sandınız.
oysa yoktu hiç bir adımım ıslak betona
ve kalmamıştı hiç bir ayak izim yollarda.

siz sandınız ki tıkırındaydı herşey
iyiydi yolundaydı

soru işaretleri bırakıp gitmek istiyorum
bencilce..

anlatmak istemiyorum neler olup bittiğini.
içimdeki değersizlik öyle büyüdü öyle büyüdü ki
kendime ait hiç birşey göremez oldum.

bana yüklediğiniz değersizlikler içinde kayboldum.
en dipteyim sanki.
daha derini yok.

yanlış seçimlerim oldu.

sözlerimi de geri alamam ki
ama rica etsem verirsiniz belki geri.

sevgilerimi de verin

kanalizasyona karışmış duygularımı da..

çekip gideyim istiyorum.
sözlerden uzak kalayım.

sen kendi açından hep haklısın
ben ise haksız.
tamam bırakın bari hep haksız kalayım.

çözülsün şu zincirler ayaklarımdan.
koşayım ben de biraz.

acı çekmekten korkmuyorum asla.

böyle donuklaşmış bir ruha iyi gelir acı
kendine getirir.

sorularım
sorularım
sorularım

nolur birisine de cevap verin..

istediklerim değil
duymak istemediklerim değil

korktuklarımı söyleyin bana.

acıya boğun beni
ben öldüremiyorum işte

korkağım
siz öldürün beni...

"rüzgar"ım




sonbahar havası var bugün havada...
kasvetli, yağmurlu.
bulutlar gri..
en sevidiğim mevsimdir benim herkesin aksine.

böyle şakır şakır yağmur yağarken, az çok üşümek,
ama hoşuna giden bir serinlik olur ya.
boğucu yaz günlerinden sonra herkesi ferahlatan hafif rüzgarlar ve serinlik..

öyle bir hava var..
yapraklar dökülür
sarı turuncu kahverengi yerlerde
bir rüzgar çıkar ayaklarının ucunda toplaşırlar.

sigara içmek çok keyiflidir camdan bakarken..

donuna kadar ıslanmak istersin yaaa

bugün öyle bir hava var işte.

garip, huzursuz, doğal..

bu rüzgarları seviyorum ben..

"rüzgar"ım ..
herşeyim...

5 Haziran 2010 Cumartesi

delirmece


yazamazmıydım, yazmazmıydım.
"off aslında acayip yazardım da yazmazdım" şımarıklığında olamazdım ama.

sebeplerim sonuçlarım,
artılarım eksilerim
çarpılarım bölmelerim
sevmelerim nefretlerim

ve gecenin karanlığı gündüzün aydınlığı sipastik hallerim
bildiklerim bilmediklerim
unuttuklarım hatırladıklarım

gittiklerim ve geldiklerim.

hepsi düşman olmuş gibi bana.

iyisi kötüsü birleşmiş yingyang olmuş üstüme üstüme geliyo sanki.

hani varken bööle ultra bahtsızlıklarım
atsam kendimi boğaz köprüsünden, şehir efsanesi süpermen belirir tutuverir belimden kurtarır beni.
"hey nereye beybi" der.

bir de ekler kanımca "haziranda ölmek zor" diye.

yakasındaki kırmızı karanfili de verir elime.
bırakır ortaköy camisine terkedilmiş çocuk gibi gider.

işte ben o zaman kesin çok küfrederim.

"yazamayış" günlerimde biriktirdiğim ne varsa kedi köpek kuş misal anlatır dururum.

aa kıza bak delirmiş derler belkimm sonra..
neysee..

tam da açılıyorum artık, buldum derken kendimi kapanmak tekrar.
gösterip de vermemek gibi kendi kendine

zaten yazmam ki ben iyiysem.
ne yazcam gider eğlenirim gülerim.

boşluğa düşmek yerine bir tavşanı takip edip harikalar diyarına düşseydim.
alice'e komplo kursaydım, sonsuza dek toprak solucanı olsaydı..

ben başarılı olsaydım mesela.
toplum içinde bağıra bağıra telefonda konuşan insanların cahil cesaretlerine sahip olsaydım.

şile de yüksek bir kayaya çıkıp sırt üstü suya atlasaydım. sırtım cayır cayır yansaydı da hiç bişi olmamış gibi davransaydım.
"acımadı ki oğlum" deseydim.

bir espiri öğrenseydim, önüme gelen herkese yapsaydım, gülmezlerse onları salak ilan etseydim mesela.

yada ajdar'ın çikita muz adlı şarkısını ben besteleseydim, muzu ellerimle yedirseydim.

insanların acınası hallerinden kendime alay konusu çıkartsaydım da, övünseydim kendi süper karakterimle.
hani hiç yapmam ya
şimdi de yapmadığım gibi mesela.

(yapmadım canımın içi, sen yanlış anladın, hani biraz salaksın ya)

götü kalkık burnu dik, tırnakları ojeli, kirpiği rimelli gezebilseydim hep.

akmasaydı bir kere de şu makyajım
çıkmasaydı sivilcelerim bok varmış gibi.

sabah iyi ki bir yürüyüş yaptım diye, patates kızartması yeme hakkını bulmasaydım kendimde.

otobüs şöförleri gibi şeritin ortasından gitseydim her daim.

taksi şöförleri gibi dursaydım olmadık yerde.

minübüs şöförleri gibi ağır sigaralar içip cengiz baba dinleseydim, "parasını vermeyeen" diye bağırsaydım arada.

böyle olsaydım.
hayat ne güzel olurdu.
benim gibi silik anılar biriktiren bir faydasız olmazdım..


dün ki götü boklular bugün tabakane işletir oldu.

ben...

hiç...


sıfır
sıfır..

offffffffffffffffffffffff
çöpe attım.
uzun süre saklamıştım...
ne zamandır hatırlamıyorum.

ben kızdıklarım gibi olamam dedim.
sinirlendim.

çöpe attım..