30 Nisan 2009 Perşembe


“bugün benim doğum günüm, kelimeler büyüyor ağzımda..”

gerçekten de öyle, henüz doğmadım, sabah 9 çocuğuyum ben.. Zeynep Kamil’de annesinin karnından bir neşter darbesiyle kopartılalı 25 sene olmuş. Kırmızı buruşuk ve çirkinmişim rivayetlere göre… ben uyurken üzerimde karafatmaların da gezindiğine dair söylemler var, ben aldırış etmiyorum.. neler oldu neler onca senede geyiklerine girmek istemiyorum. Yıldızların o anki konumlarından etkilenişim çok olsa gerek ki böyle duygusal geveze bir tip olmuşum..
ama bu kez herkesi şaşırtmak ve kısa kesmek istiyorumJ
hayatımda olan, çıkmış gibi görünen ama çıkmayan, yokmuş gibi görünen ama hep var olan, yanımda elimi tutan, sevgisini eksik etmeyen herkese teşekkürler…
seçimini zekice yapmak
yarılamaktır
zafere giden yolu;
diğer yarısı
kayıtsızlıkla
fethedilir.
bir yanda
istediğin her şeyi
söyleyebilirsin;
öte yanda
mecbur değilsin.
ben bir şekilde
ikisini de
yapmayı becerdim.
bu yüzden
benimle
bir sorununuz varsa
size aittir.
C. Bukowski

sarı çiçekler


bazı yerler vardır, sarı çiçekler doludur.. bir insan boyu uzunlukta, gözün alabilence geniş..
yoldan geçerken arabanı durdurup da inip fotoğrafını çekmek istersin.. bazıları geçer gider önünden, bazıları da iner ve ölümsezliştirir o anı..

ve bir an için düşünürsün evet..
sadece bir an için bilirsin ki..
insen şimdi arabadan ve uzansan onların arasına..
çığlığını kimse duymaz ve seni kimse görmez...

işte ben o çiçeklerden istiyorum..



bir başkasının aynasında
kendimi yakaladım sonunda...

28 Nisan 2009 Salı

gel kızım


bu da karakızımız, babası ona kısaca "gel kızım" diyor:)
ismi yok yani:)

güzel cingözüm....

böyle de bir kedi var:)

27 Nisan 2009 Pazartesi

5 silahşör


bazı minik kedicikler vardır hayatta....

26 Nisan 2009 Pazar

içimdeki uyuyan köpek




bundan nerdeyse 3 sene önce adli tıp için mülakata giderken yaşadığım onca aksilik, ayakkabının topuğumu vurması, ingilizce sonucumun enstitüye ulaştırılamaması, yolda peşime takılan afacan rockçı doktor bozmasına rağmen gayet de hevesliydim aslında.. mülakkatlarda soyismimin t harfi ile başlamasından dolayı da en son ben girmiştim. sabah 9 da vardığım enstitüden akşam 3 buçukta çıkmış olmam da gayet sabrımızı zorlayıcıydı. şirin mi şirin beyaz saçlı antropolog amcamın bana "soğuk kanlı katil" benzetmesi yapması, mülakat yerine bol bol tirit yemeği üzerine konuşmamız, "salça da koyuluyo mu buna?" şeklindeki sorular beni çok da ümitlendirmişti.gayet geyik bir ortamdı velhasıl.

kesin alındığımı salça muhabbetinden sonra anlamıştım ki, dışarda beni bekleyen garip kişilikli doktor fotokopisinin üzerime sevinçten çay dökmesi de bozmamıştı keyfimi.

aradan 3 sene geçti nerdeyse..

çok da güzel günlerim vardı, bir master a neler neler sığdırmışım şimdi düşününce..

çok uçuk başkomiser arkadaşlardan, anlatacak hikayesi bol sosyolog amcalara kadar eğlendik.

olay basitti, yazacaksın tezini vereceksin kardeşim işte bu kadar!

bende bir gariplik var sanırım, öylesine sıkıldım ki...

sevgili sevil hocamız anlatırdı derslerde locard prensibini, arkadaşlar "her temas bir iz bırakır"diye..

bende ne izler kaldı anlatılmaz 3 senede..

tüm bunların hatrına bitsin istiyroum sadece şu tez..

kafamı toparlamak ne zormuş, hala elim gitmiyor..

yarım sayfa yazıp 3 blog giresim var karşılığında..

sabır diliyorum kendime...

ve herkese....

black nymph-adsız said that


hayatıma bazen boşvermiş ama herzaman aramıza hoşgelmişler ola canım ciğerim sevgi kelebeğim adsız kişiliğim "bilge said that'im"
bir ara koyu kestaneydi, uzun uğraşlar sonucu kızıl oldu, yolda çevirip de sorarlardı kendisine "pardon bayan çok vahşisiniz tanışabilirmiyiz?" diye
sonraları kızıllık kırmızılığa dönüştü, o sıralar köprü altı, midye bira günlerimiz vardı, bol fotoğraflı gecelerimiz bir de..
bir yaz tatili geldi ansızın, köyün delilerini oynadık bi müddet, saçma sapan anılar olarak hatırlandıkça gülünecekler listesine ekledik.
amfilerde sigara içerdim ben, o da gülerdi çok, farelerle de muhattap olduk bazen, ben hayvansever takılıp da laboratuvarları terketmeye yeltenirken, pidecide yediğimiz pidelerimiz vardı, ayranlı bööle mis gibi, kilolarım ordan kalmadır sorarsanız bana..
fotoğraf stüdyosunda çeşit çeşit pozlarımız vardı onla, ama hep en iyi kareleri ben yakalamıştım onun hayatında..
korkar korku filminden de, göğsüme yatmak ister o zamanlarda..
hayır korku filmi dediğimiz anlamsız şeyler çıkar sonunda, güleriz..
birde bir pasta boyu şekerpare hayallerim vardı benim, ama bir çikolatalı pastayı kaşıkla yeme becerisini geliştirmişken o, ben evrimde geri kalmış bir maymundum herzaman..
her muhabbet göbek hizasında takılır, hızla aşağılara düşerdi, dinleyeni bol red point muhabbetlerde..
şimdi kendisi siyah oldu..
ne çok sverim siyahı da bilir zaten..
yakışmış hatuna ne bok yese yakışıyo zaten,
isterdim şimdi bi fotosunu da koyayım eski "lady rosen red"in ama kızar napalım..
şimdi onun adı bir "black nymph" olsun..
turuncuya, maviye, parlak yeşile kadar yolumuz var..
yolumuz açık olsun:)))

Everybody needs somebody to love
(mother, father)
Everybody needs somebody to hate
(please dont leave me)
Everybodys bleeding
cause the times are tough
Well its hard to be strong
When theres no one to dream on

25 Nisan 2009 Cumartesi

anlatmaya değer


çilekli olduğu için mi güzeldi yoksa aniden ortaya çıktığı için mi?
bir trafik ihlalinde kesilen cezada hafifletici sebepmiydi?
gecenin belli saatlerinde daha mı çok artardı duygular,
yoksa tüm o artışlar geceye mi denk gelirdi?

anlayan anlardı da anlamayan ne derdi tüm bunlara?
denize karşı oturup da tv seyredebilme lüksüne sahipken çoğu zaman
neden bakılırdı salak salak suratlara?
hangi kadının kalçası daha güzeldi ve hangi kadınlar aynıydı hayatta?

bir telefonu duvara fırlatmak kaç hayat kurtarmıştı acaba?
kaç kadın kapının önünde gitmemesi için yalvarmıştı bir adama?

ipi kopmuş kolye uçları vardı tek başına yalnız..
bir pantolondan diğerine taşınan..

kimileri yazar kimileri okur
bu masalsı hikayede...
kahramanlık destanı değil ki bu..
başı sonu ucu ve kenarları yok
kimse gelip de kurtarmayacak bu köyü
cüzzamlı değil kimse burda
ölmeyecek...
ama yine de anlatılmaya değer
gerçek veya değil
ne farkeder..

unutmamak için ucunu kıvırdığım bir kitapta
altını çizdiğim bir satır gibi yaşıyorum hayalleri

varsa da yoksa da anlatmaya değerdi..
bak işte değdi..
ne kadar kaçarsan kaç, bir gerçek kendini göstermek istediğinde çıkıyor bir yerden mutlaka...
e ben de buna kızmıyorum görmek isteyen benim diye..

gülmek lazım artık gerçeklere...

pehh:))

23 Nisan 2009 Perşembe

itaatsiz

en derin kuyuya atılan taş bu
yankısı zor duyuldu..
binbir direk etrafımızda
rutubet sarhoşluğu..

taçı elinde yere yığıldı kadın
zahmetsizce kaldırırken adam onu
zırhı yırtık bir savaşçı
tam da göğsünden vurdu..

özgür kaldı şimdi ruhlar
ve haylaz çocukluğu
kaygısız yaratılışlar
belirsizlikle birlikte
çoktan yok oldu...

dibi karanlık yalnızlıkta...

22 Nisan 2009 Çarşamba

köpekbalığı

sırtında gölgeyle netleşen
iki gamzesi vardı..
aralandığında teni
iki çift göz gibi gezinen üzerimde..

tehlikesinin adına yalvardığım
ismine inat boşvermiş
köpekbalıklarının korkusuyla
bekliyordum...

diğer tarafta tüm gerçekliğiyle
denizin dibindeki köpekbalıkları
avına saldırmadan önce
etrafında birkaç tur atıp da yaklaşan

aynı kanlı dişleri sivrilen durmadan
bakıyordu öylece..

her tarafta kırmızıya boyanan

kan işte bu!..

hiç durmayan kanın cezbeden kokusu
sinmiş üstüme..

hangi köpekbalığı özlemez ki bu kan kokusunu?

soruyorum..

20 Nisan 2009 Pazartesi

yaprak

yeşildi önce..
sonra
dayanamadı güneşin
yakıcılığına
önce sarardı..
sonra kurudu..

düşmezdi o rüzgar esmeseydi
tutunmak için çok direndi
zaten düşmeseydi de
yaşayamayacaktı ki
zaten ölmüştü...
yere düştüğünde canı acımadı
ama tozlandı biraz
yine bir rüzgarla
savruldu
ordan oraya..
taa ki birisi gelip de
üstüne basana kadar

ve bir çatırdı duyuldu önce
sonra parçalandı....

gemi

bende gemileri yakanlardanım.
bir fırtınaya yenildim diye değil üstelik..
kaç fırtınaya göğüs gerdim..
ama bu kez geri dönüş cezbetmiyor beni
yanacaksa yansın artık..
denizin orta yerinde cayır cayır yanan gemim..
önce farelerin en son kaptanın terkettiği gemi..

boşver bu defa..

bırak yansın...

19 Nisan 2009 Pazar

aynı

5. kattaki evimde, her akşam aynı balkona çıkmak, balkondaki aynı sandalyeye oturmak, aynı marka sigaradan bir tane alıp, aynı çakmakla yakmak, içerken aynı tarafa bakmak, ve yanı zehri solumak her akşam, aynı pencerelerin arkasındaki hayatları merak etmek, kimler nelere üzüldü, kimler aşık oldu bugün ve kimler sevişti..
her gece aynı sese uyanmak, kedilere bişey mi oldu korkusuyla aynı balkona çıkmak, çıplak ayakla terliksiz, aynı yöne bakmak, aynı havadan aynı derin
nefesi solumak, aynı sigaradan bir tane daha yakmak..
aynı kokuyla ağzımdaki yatağa girmek ve yine aynı hayalleri kurmak..
bu kadar aynılık mı korkuttu beni hayatta, hayat mı çok sinsiydi de içimeböyle bir korkuyu bilerek saldı..
yanımda birisi varmış gibi, aynı yöne yatmak her gece..
2 yastıktan birisini kafama koyup giderine sarılmak her rüyadan önce..
aynı yatağa serilen hep aynı çarşaflar yıllardır.
yeter..
bu kadar aynılık fazla bana, herşey aynıyken bir ben mi değişiyorum sürekli..
olduğum yerde durmak istiyorum bazen..
çocuk oyuncağı düüşüncelerimi aynı sakarlıkla kırıp kırıp yerlere fırlatıyorum,
yürürken takılıp düşmelerim de aynı uzun zamandır.
bardakları kırmalarım aynı..
terliklerimi de ters giymelerim aynı her sabah uyandığımda..
belki de aynı şeyleri yazmaktan sıkıldım ben..
ne değişti şimdi yazınca?
ben değilmiyim şimdi?
ya da kim değişti okuduğunda?
amacım mı vardı hayatta son anda vazgeçtiğim?
amacı mı vardı hayatın da son anda benden vazgeçti?
cevapsız çağrılara geri dönmez oldum yine son zamanlarda..
beklentiler beklentisizlik havuzunda boğuldu..
son kedi tırmığı da kanattı elimi ama çabuk iyileşti bu sefer..
sivilcelerim aynı yerde çıkıyor çoğu zaman, aynı yerlerimle mi uğraşıyorum acaba ben?
hep aynı hatalar yaptığım, ben değşirken nasıl olurda hala aynıyım?
kendime inat direniyorum sanki, herşeye inat küfürlerim aynı..
şarhoş olduktan sonra içtiğim içki aynı damağımda..
hep aynı neye güldüğünü bilmeyen saçma halim..
bağırmak mı lazım kurtarın beni demek için
ama herkes aynı değil mi?
eskiden de duyulmamıştı..
off çıldırtan bir sessizlik var içimde.
aynı sessizlik..
aynı öfke..
aynı ben..
aynı...

keşke-sebepler


herkesin var bir "keşke"si diye bende ekledim kendime keşkeler, nedenler, öyle olmasaydılar hikayeme..

hikayeydi bu ya zaten, istemediğim kahramanı öldürdüm bazen, bazen de krallığın başına bir köleyi getirdim sırf istedğim gibi olsun diye hikaye..

kendi ellerimden yazıldığını görmek hayatımın, ne büyük güç ve ne büyük bir sorumluluktu.. bunu farkettiğimde korkudan geri çekildim sanırım..

kelimelerimin sorumluluğunu üstlenemez oldum, zihnimi saklayabilirdim de, her dışa vurduğumda içimdekileri küçülürdüm sanki, özelim kaybolup gidiyormuş gibi gelirdi..
en yakınımdakine yazarken herşeyi herzaman, o bilmezdi, bilmediğine üzülürken, bilmesinden de korkardım, daha çok küçülmekten korkardım..
şimdi içimi bir telaş kapladı..
kendime de güvenemez oldum bu sıralar...
ben böyleyim işte güvensizim, bu da benim en kirli tarafım, ne kadar yıkasamda geçmeyen...
uzak durmak istiyorum tüm konuşmalardan, bir tek "bir tek" olmasını istediğimin özlemindeyim, hiç olamayan, olursa büyüsü kaçacak olanın...
sanki herşey istediğim gibi olursa hayallerim kaybolacak..
yazarken hep paylaşmak istedim ben, birileri de kendisinden bişiler bulsunlar diye değil, sadecebeni bulsunlar diye..
her kelime benden çıktıktan sonra yabancılaştı, başkasına ait oldu..
şimdi paylaşacak çok az şeyim kalmışken korkuyorum onlara da yabancılaşmaktan..
çünkü yarınım yok sanki hayatta, senle dünlerim çok eksikti, yarınımıza güvenim yok artık..
sana sorarsam beni, ben "ben" değilim sende olduğum halimle..
benim benden başka halim yok hiç bir şekilde..
hani bazı şeyler vardır, ne anlatılır ne anlaşılır..
bu da böyle bişey işte..
bu da benim kendimi acıtma biçimim..
hani belki ilerde buna da bir "keşke" derim..
bırak diyeyim..
çünkü sen benden çok "keşke"ler öndesin..


18 Nisan 2009 Cumartesi

son


küstürüldüm sonunda..

artık yazmıyorum..

17 Nisan 2009 Cuma

bizim hikayemiz


bir belirsizliğin içinde yol alır gibi bulanıklaştı sular...

açık denizlere çıkıp da seninle denizin en derininde atmış gibisin beni.. hani tam da denize girdiğinde yosunlardan dibi göremezken ve yorulana kadar kulaç atarken, nefesin tükenirken kıyıya da tam ulaşacakken boşunaydı denmesi gibi...

belki de berraklığın özlemi bendeki..

git mi demek kolay gidiyorum demek mi?

mor bir yaprağın üzerindeki su damlaları yazdırdı bu yazıyı bana..

boğazımda düğümlenmiş kelimelerin ucundan tutup da çözdü karışık düşünceleri içimde..

acı çekmekten korkmasam giderdim biliyorum, bu devrik cümlelerden uzak, başı sonu belli olmayan hikayelerden kaçıp giderdim ben..

ve senin duyamayacağın bir sesle "neyse" derdim sen arkanı dönerken..

ve senin bunu duyamaman ne değiştirirdi bizim hikayemizde bilemem..

12 Nisan 2009 Pazar

katil

içimdeki katile meydan okuyorum şuan
seni öldürmemesi için..

ellerim kanadı..
yardım et...

9 Nisan 2009 Perşembe

beyinde hasar

Yıkıntılar içindeki bir insan beyni yanında, bütün terkedilmişliği ile Babil'in harabeleri bile korkunç sayılmaz.

Scrope Davies

!

ne yaptım diye sorma
ben ne yapmadıklarınla ilgileniyorum..

8 Nisan 2009 Çarşamba

cehennem


2. el aşklar cehenneminde,

bir kibrit çok değil..

yakmaya...

aklını çok sanan her budalaya

armağandır ateşim

tanrının kahkahası
hep sizinle olsun...


sevgili'ye...

garantisidir bu sözler hiç okunmamanın..
şimdi aşk, bir ilkbahar günü, rüzgarın esintisine ayak uydurup da, o çok sevdiğim sahile gitmenin buruk yalnızlığıdır...
ne büyük hüsrandır onca sesin arasında duyuramamak sesini..
en sinsi hırsızlıktır, hayat alfabesinden senin isminin baş harfini çalmak...
söyleyememek ismini bir daha...
duyuramamak sana...
ayakkabılarını bile bağlamadan sana koşa koşa gelen çocuk kaybolmuş, sahilde yosunların üzerinde dolaşan sineklerin huzursuz edici senfonisinde uyuyor şimdi...
ah sevgili,
daha kaç çığlık daha kaybolacak kulaklarında
ve sen duymayacaksın!
inkar etmem öfkemi,
öfkem varoluşumun kanıtıdır
ikimizin arasında küçülen yaşamda
keyfekeder bir isyandır bu sana
ve bana ait olana
ah sevgili,
bilebilseydin bir kez,
bilmek istemeyeceklerin bu kadar çoğalmazdı
bilmek isteseydin,
bilmediklerin yokolmazdı...
hangi korkuydu bu
dev gölgesi üzerimden eksik olmayan!!!!
söyle sevgili....


4 Nisan 2009 Cumartesi

vazgeçiyorum


sen basıp geçerken üstüme ayak izlerini bastıra bastıra,

aşk da saklanıyordu, bu "saklambaç"ta bulunmamak üzere..
bu sefer gerçekten saklanmak üzereyim,vazgeçilmez değil kimse
tek vazgeçilemezim benliğimdir benim..
ne acıdır vazgeçiyorum senden..
çekip gitmeler güzelleşiyor gözümde..
şimdi değil, yıllar sonra farkına varacağın bir kaybediş bu
aşktan özür diliyorum
"aşk" dediğim herkesten
başımı boynuna sakladığım
kalp atışını dinlediğim herkesten
en çok senden
ve kendimden
özür dilerim...
vazgeçiyorum...