31 Temmuz 2009 Cuma

öyle de olmaz böyle de


alın size medya maymunu
bitti de kurtuldum demek olmuyor, ama benim içimden hiçbişey yapmak da gelmiyor..

ünlü ressamların, şairlerin, yazarların, müzisyenlerin hayatlarını okuyup durdum bi kaç gündür.
başarının sırrını anlamaya çalışıyorum, öyle bir sır varsa eğer,
önce yetenek..
sonra çalışmak, çalışmak ve çalışmak.
ve şans.
ama bu şans evrensel anlamdaki şans değil bizim ülkemizde maalesef.

şans= iktidarda tanıdığın var mı? zengin bir kankan var mı? ortamlara girip çıkacak kadar paran var mı? çok yakışıklı veya çok güzelmisin? popüler kültürün kıçını silip durduğu bir mendil olabilme arsızlığındamısın? onun ekmeğinden çalıp, bunun çorbasına kaşığını daldıracak kadar yüzsüzmüsün?
gibi gibi..

çok da insafsız gelebilir ama maalesef böyle..
herkes ekmeğinin derdinde, iyi kötü ayrımı yapacak kadar da zeki bir toplum değiliz maalesef.
şu çok zeki olduğuna inanıp da talkshowlarını izlediğimiz, radyo programlarını dinlediğimiz, kaseti çıksa koşa koşa aldığımız, filmi çıksa ilk günden izlemek için kuyruklara girdiğimiz en güzel tabirle "medya maymunlarının" iki dudak arasındayız.
biz onlara maymun derken bi bakmışız maymunun dik alası oluvermişiz.

gündelik dertlerden muzdarip, rüzgar esti götü göründü, ama biz götünü çekerken bi baktık ki selülitleri de varmış vah vah haberciliğinden uzaklaşamadık.
bir şarkı çıktığında, "sözleri ne güzel" dendi, müziği kenara atıldı,
bunu bilen mallar, çıkıtıklı mıkıtıklı şarkı yapıp sürdüler piyasaya, çöplükten öteye gidemeyen koskoca bir servet döküldü belki de.
sonra dendi ki, ay müzikler de basitleşti,
iyileri çıktı, o zaman da anlamadılar. ZATEN ANLAYAMAZLARDI DA..
aslında kızmamak da lazım, bir avuç insandı zaten iyi dediklerimiz.
onları anlamaya da beyin gerekirdi, en büyük eksiğimiz.

kullanılmayan beyin gelişemez, biz bu yüzden bu haldeyiz.
ne gerek var abicim? gavurlar yapıyo deil mi?
getirin ne varsa taklit edelim.
COPY PASTE DEN ALIŞIĞIZ NE DE OLSA..

o gavur dediğiniz adamlar yapıyo, hem de en afilisini.
biz de burda hayat kurucaz da, mutlu olucaz da mutlu edicez de..
bugün ki konuşmadan muzdarip, düşündüm bu konuyu..
yaklaştığımız nokta, her geçen gün insanlıktan çıkmaya başladığmız nokta.
tabi ki armut piş ağzıma düş derdinde değiliz, neyse hakkı veririz,
çilesini de çekmeye sefasını da sürmeye hazırız.
ama peki tüm bu yapılanların taktiri nerde?


ibadeti müzik olan onca iyi adama yazık bu memlekette, harcanıp gidiyorlar.

olmadı çeker giderim burdan
ya da o çeker gider ve ben de peşinden giderim..
farketmez.

bu işin daha ilmi kısmı var, bu işlerin araştırması var, teknolojisi var.
ama devrim arabalarında da söylendiği gibi.
"bu memlekette hiç bir başarı cezasız kalmaz"
dememişlermiydi abilerimiz..
biz hala neyin derdindeyiz..
hiç bir şeyin..
sadece KENDİMİZİN..

29 Temmuz 2009 Çarşamba

"fast as you can, baby run-free yourself of me
Fast as you can!







Ayrıca Fiona Apple ablamızdan yine "criminal!"

"I've been a bad bad girl,
I've been careless with a delicate man.
And its a sad sad world,
When a girl can break a boy
Just because she can."

başa sar dinle, geri sar dinle, bi yere takıl hep orasını dinle, sıkıl, bırak, ama vazgeçeme..
yaptıklarıma
öfkelenme
iyi bak!
ben senin
aynanım!
yapmamı
istemediklerin
yaptıklarının
yansımasıdır!

siyah



"aşk"
"Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol
Şefkat ve merhamette güneş gibi ol
Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol
Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol
Tevazu ve alçakgönüllülükte toprak gibi ol
Hoşgörülükte ve sevgide deniz gibi ol
Ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol."

love reign o'er me lyrics


Only love
Can make it rain
The way the beach
Is kissed by the sea
Only love
Can make it rain
Like the sweat of lovers
Layin' in the fields
LoveReign o'er me
LoveReign o'er me
Rain on me

Rain on me
Only love
Can bring the rain
That makes you yearn
To the sky
Only love
Can bring the rain
That falls like tears
From all high
Love
Reign o'er me
Rain on me
Rain on me
Love
Reign o'er me
Rain on me
Rain on me
On the dry and dusty road
The nights we spent apart alone
I need to get back home
To cool cool rain
I can't sleep and I lay and I think
The night is hot and black as ink
Woo Oh God I need a drink
Of cool cool rain
Love

Reign o'er me
Rain over meOver me
Over me
Love
Reign o'er me
On me
Love...

28 Temmuz 2009 Salı

uzman olmak saçma bir şey:)

evet nihayet evime ulaştım ve hemen oturdum yazının başına :)
stresli ama güzel bir gündü, uzun zamandır binbir zahmetle yazdığım tezimi bugün savundum, hem de öğle sıcağında klimasız bir salonda.
şans bu ki, yasemin klasiklerinden biri daha yaşandı, evet son 2 gün kala kulağıma su kaçırıp tıkamayı başardım.
aman ne hoş ne güzel.
ve tabiki savunma sırasında, hocaların sorularını duyamadığım için
"haa, höö, hocam tekrar edebilirmisiniz, duyamadım..." gibi gereksiz sohbetlere girmem neden oldu.
neyse ki sevgili danışman hocam, süper kahraman gibi imdadıma yetişip beni kurtardı:)
bir diğer yasemin klasiği olan , sunumun orta yerinde gülmeye başlama,
evet aynen gerçekleşti, tam da hoca bana aminoasitlerle ilgili bir soru sorarken, ilahi bir gücün kulağıma fısıldadığı cevapla içime birisi girmiş gibi verdim cevabı, sonra ben de şaşırdım, neye dayanarak vermiştim bu cevabı bilmiyorum, evet aynen böyle oldu.
ve işin daha komik yani cevap da doğruydu:)
neyse beni saran sevinçle suratımda salak bir gülümseme oluştu, ardından dişlerim ortaya çıktı, ve ben ağzımı toplayamaz oldum sonunda..
" zavallım sevindi garip" demişlerdir.
yaklaşık 1 saatlik ter akıtan bir savunmadan sonra, sessizlik oldu, kimsenin söyleyecek bir şeyi kalmamıştı, "seni biraz dışarı alalım dediler"
çıktım, koşa koşa, beni sabahtan beri yalnız bırakmayan, hayatın bana verdiği en büyük armağan olan kişiye, yani ona doğru gittim.
uzaktan gördü, şaşırdı hemen yanıma geldi sarıldı,
"ee noldu bitti mi geçtin mi?"
bilmiyorum dedim beklicez.
bekledik, ben hala heyacanlıydım, okuldaki kameraların çekmediği bir alanda kısacık bir buse aldım kendisinden, ve içeriye çağrıldım tekrar.
hocalarımız ayağa kalktı, bir hocamız elini uzattı, "hayırlı olsun, artık uzman oldun, aramıza hoşgeldin " dediler ve tek tek tokalaşıp, öpüştük.
çok garip bir duyguydu, daha 5 dk önce popomdan kan getiren adamlar gitmiş, birer kanatsız melek haline dönmüşlerdi:)
koşa koşa çıktım, gittim sevgilimin yanına, "bitti, geçtim " dedim. sarıldık. uzun zamandır hayalini kurduğumuz bişeydi bu, sanki sonrasında sihirli bir değnek bize dokunup da herşey düzelecekmiş gibiydi, veya biz ööle hissetmiştik.
günün en güzel anlarıydı.
ha bu arada, danışman hocam, ben ve beni namı değer manita, oturup bir çay içtik, sohbet ettik, derken sanata müziğe geldi konu, manita rahatladı açıldı, çok sevdiler birbirlerini, kaynaştılar, ruhen seviştiler.
ona da ayrı mutlu oldum.
sonrasında, canım arkadaşım, benim hitabımla"rosen red" bilge geldi çıkışa, oturduk, her zamanki gibi, dünya tatlısı, şirin, zeki tavrını ortaya koydu, ortam sıcacık oldu, benden iyi anlaştılar. o ve sevgili sevgilim:)
çok güzel anlardan birisiydi bu da..
canlarım..
sonra eve dönüş, yemek yeme, sevgili ayşe teyzemle sohbet, derken biraz çay biraz sigara, muhabbet, hayaller ve mutluluklar, pelte gibi yatmalar falan derken..
en güzel günümü, sevdiklerimle, vazgeçemediklerimle, güvendiklerimle, güldüklerimle, tüm dostlar hep beraber atlattık.
birbirini tanıyan, birbirini seven insanlar oldu aramızda..
ben ve benim özellerimdi onlar..
çok da güzel oldu.
"aşk" vardı bugün içimde..
içime sığdıramayacağım aşk ve huzur..
evet.
ben şimdi bir adli biyoloji uzmanıyım:)
bana henüz hiç bir faydası olmadı ama çok şeye vesile oldu..
gün içinde 4 kere öptüğüm canım hocam, dünyanın en seksi kadını, en güzel küfür eden hatunu, moral kaynağı biricik hocama da tekrar teşekkür ederim.
ayrııııcaa, beni hiç yalnız bırakmayan, karizmasını konuşturan değil, resmen bağırtan, akıllı ve 6. hissinin çok geliştiğine kesinlikle inandığım danışman hocama da çook teşekkür ediyorumm.
benden bu kadar.
öperim.

that's all babe!

sondan bir önce

kurbanlık koyun gibi hazırlandım bekliyorum şuan.
gelip beni evden alıcak, ve sonra ben okulda kaderimle baş başa kalıcam:)
eheheh çok heyecanlı, mazoşist bi yanım var, kendimi öldüresim gelir böle zamanlarda!
hadi bakalım hayırlısı!

26 Temmuz 2009 Pazar

Mad Girl's Love Song

"I shut my eyes and all the world drops dead !!"

25 Temmuz 2009 Cumartesi

güneşe bırakılmış bir su şişesi... şişenin içini sarmalamış buhar ve su damlacıkları.. bir an için uçacağını sanmış ama sonra bir şişeye hapsolduğunu anlamış su damlacıkları..
ay ışığımıydı, yoksa aydan yansıyan ışıkmıydı doğrusu?
ay saçarmıydı ışık gerçekten bilemezdim eskiden..
ay karanlıktı...
çok terlemişken soğuk suyun altında dakikalarca beklemek gibiydi, elimi ilk sana uzattığımda hissettiğim ürperti.
hani sırtına gelen ilk soğuk su damlacıkları nefesini keser, çok derin bir nefes alıp da alışmaya çalışırsın.
alev alev yansa da bedenin bu kadarını da beklemezmiş gibi..
yanarken üşümek gibi..
soğuktu rüzgarın, ama ısınmak için de sana gelmek istedim.
tereddütsüz teslim ettim kendimi, sonralarımdan vazgeçip, keşkelerimden sıyrılabilmek için.
karşılığında soğuğun ısıtıcılığına şahit oldum..
kendimden kaybetmeden, kendime katmadan bir şişenin içindeki su gibi, kendi atmosferimde damlalar halinde kayboldum, kendime düştüm, kendimi kendime kattım tekrar tekrar.

yağmurun yağmasını bekliyroum ben, küvezdeki bir bebek gibi, dış dünyadan habersiz hapsoldum tuzaklara, gördüm, bildim ve şahit oldum.
duyduklarım ve duymaktan da korkmadıklarım var..
hayat garip tesadüflerden ibaret sanki, bilinçli veya bilinçsiz ne farkeder ki, yaptık ettik gidiyoruz tadında hayat, umursamazlığın rahatlığı.. kaçış..
arayıp da mı buluyorum, yoksa bu işaretler gözümün önüne bilerek mi geliyor?
evet gördüm yine bir tanesini.
benzer duyguları yaşadığına inandığım "bir diğeri" için üzüldüm, üzülmemem gerektiğini hatırladım bir an için, böyleydi çünkü insan ilişkileri, ben de "herkes" gibi davranmalıydım.
korkmuş ve belki de gerçekten acı çeken "o diğerine" dokunmak ve onu rahatlatmak istedim.

kimbilir belki o da beni izliyor bir yerlerden diye, çok garip, kendimi affedişimi, aşkı affedişimi ve "onu" affedişimi yazmak istedim..
affettim seni, azad ettim seni..

"yaz"

"oku" demesi gerekirdi, oysa o "yaz" dedi..
bir ilahi laftı benim için...
kaçamak okur o beni, okur da okumazmış gibi yapıp, sokakta çiçekçi gördüğünde, sinir olduğumu bile bile yine de sorar, "çiçek alayım mı sana?" diye, ben de hiç uzatmam mevzuyu, "aman alma!" derim..
okumadığını düşündüğümü zannetmesini isterim. böyledir bizde bu işler.
zannedişlerden zevk alıyoruz daha ilk günden beri, koskoca iki kümeyiz ve kesişimlerimiz de var,
oraya kendimize dair şeyleri koyduk, en temel ve vazgeçilmez olanları, gerisi teferruat olarak, bizim sınırlarımızda kaldı..
yasak bölgeler de var, izinle bile girilemeyen, girmeye çalışsak anahtarı yok, hırsız gibi sıvışmalıyız veya tek yumruk darbesiyle patlatılan bir lamba, el yordamıyla yürümeliyiz.
evet ama çok zahmetli, tozlu raflardan başka bişey olmayan yerlere girmek istemiyorum, birgün belki birbirimizin arka bahçelerinde top koşturma arzusuna düşer de oyun tadında el ele o yerlerde yürürüz diye..
körken gözleri oldum, ben sağırken kulaklarımdı benim..
kendimi tamamlamaktı tek arzum, başardım galiba..

23 Temmuz 2009 Perşembe

ADSIZ'A - ÖZELDEN GELEN MAİLİN CEVABI

sinirlenmiyim diyorum, ama evet evet çok da sinirlenmiyorum.
kendisini çok yükseklerde gören bazıları bana mail attı.
halbuki o da benim ADSIZ OLMA çağrıma kulak vermedi.
aslında ben bu soruyu sormak istiyorum:

"Tanri, “Dünya’nin tüm ‘sinik’leri, birlesin!” cagrisinda bulundu da ben mi kacirdim?"

evet soruyroum.
peki neden bu gizem?
ordan adsız yazıp da kıh kıh gülmek güzel de, burdan gülünmediği mi sanılıyor?
bu bir savaş değil ki kaçak dövüşesin, bir fikir varsa ortada, paylaşmak veya paylaşmamak herkesin kendisine kalmış bir durum, ama neden adsız?
ama evet doğrudur, bir oyunda tüm kartlarını ortaya koyan , açık oynayan kazanamaz, ama benim derdim de bu değil ki!
ismim cismim belli, ki SEN! neden korkuyorsun?
uzlaşmak yerine, kendi içinde büyütüp de yüklediğin anlamların sorumluluğunu insanları itham ederek atıyorsun üzerinden?
böylesi daha mı kolay yoksa daha mı zevkli?
bir HOŞÇAKAL demiştin bana ve ben sana- hiç tanımadığım birisine- saygımdan dolayı dediğini yaptım, ve kaldırdım tüm yorumları
peki sen en yaptın?
soruyorum sana, kendini gördüğün yer neresi?
veya biz nasıl görünüyoruz senin kendini gördüğün yerden?
hepsi bir yanılsamadan ibaret ey adsız, gün gelip kelimeler sana geri dönecek haberin yok,
ben yine de derim ki, bırak sen bu çetrefilli süslü bol tırnak işaretli parantezli cümleleri, olduğun gibi ol.
olduğun eğer buysa, olduğun veya olduramadığın hallerinle uzak dur benden.
birgün tam da senin gibiler için sarfetmiştim bu kelimemi, ve şimdi tekrar etmenin sırası geldi.

"VARSAN YOKMUŞ GİBİ DAVRANMA, YOKSAN OLMAYA ÇALIŞMA!"

KELİMELERİN KADAR RUHUNUN DA CESARETİ OLSUN!
yoksa bunlara sadece gülünüp geçilir..
kendini güldürtme!

21 Temmuz 2009 Salı

iyi ve kötü günler ardı ardına sıralanıyor, uzun zamandır bu kadar içten bir kahkaha atmamıştım, aldığım büyük harflerle dolu "ONLARIN T.A.Q. BEN" diyen sevgili isimsizim..
daha önceki, yaşasın ve kahretsinleri de vardı..
bir duyguyu karşısındakine böyle coşkulu hissettirmesi ne kadar güzel ve onun yanındakiler ne kadar da şanslı bilmezler ki...
herkesle olan paylaşımım farklı ve bu farka bağlı olarak da bugün sessiz sedasız bir 3. blog aldım kendime, kimse bilmesin kimse okumasın tanıdığım dedikçe ben, bir bakıyorum başlamışım okutmaya..
ama bu sefer kendime sözüm sözdür!
geçen gün tanıştığım psikolog ve yazar bir şahış, ben öfkeden kudurmuş elimdeki sigarayı içmek değil sömürürken resmen, yanımda otutrmuş göz ucuyla beni kesiyordu, ben de ne kadar uğraşsam da gerginliğimi yansıtmış olmalıyım ki, bir anda hiç tanımadığım biriyle sohbetin içinde buldum kendimi.
ordan burdan ve şurdan bahsederken, nedense etrafıma hızla ve kalınca bir ağ ördüğümü farkettim, kendimdeki bu direniş benim bile canımı sıkmayı başardı.
suskunluktan sonra, baksam olmaz bakmasam olmaz bir durumun içindeyken ben, imdadıma 2 çok sevgili hatun kişi geldi ve beni bu durumdan kurtarmak isterken, durum çok daha vahimleşti..
böyle zamanlarda serin kanlı olmayı başaramam, çekip gitmek isterim ben, neden gemileri yakanlardanım bilmiyorum, sanırım kendi içimdeki öfkeyi bir tek ve en iyi ben bildiğimden oluyor tüm bunlar..
yeni bir hikayeye başlıyıp, çok büyük heyecanla, kimseden habersiz gizli gizli, köşe bucak saklanıp da veya yatağın içinde gecenin karanlığına alışmış gözlerle çarçabuk yazarken..
derken kalem kırılıyor sanki bir anda..
sayfalar yırtılıyor..
biliyorum ben bu yüzden asla yazamam..
çünkü hep kendi hayatımı yazmaya çalışıyorum..
o kadar çabuk değişiyor ki bakıyorum, bir noktadan sonra baş edemiyorum..
içim buruk..
kimseyle bir yola çıkabilecek cesareti bulamıyorum kendimde hep eksik hep yırtık..
kitaplardaki gibi bişiler mi bekliyorum hayatta, gerçekten vazgeçmek mi lazım o büyük tutukulardan.

bir ömrü adayabileceğim bir gülümseme arıyorum sadece,
bir varmışım bir yokmuşum masalında
bir var bir yok yol alıyorum..
kendi hikayemi değil, olmasını istediğim hikayeyi yazmaya cesaret edene kadar
bazı şeyler hep hayal olarak kalıcak
kalmaya mahkum..

18 Temmuz 2009 Cumartesi

herkesin blog anlayışı farklıdır elbet. kimisi sosyalleşmek için kullanır, kimisi içini dökmek, terapi amaçlı, kimi amaçsız.
şimdi blogları izleyip izlememek de paşa gönlünüze kalmış bir durum.
gelip de birisi izlemekten vazgeçse çok da skimde olur açıkcası, güzel yorumlara teşekkür ederiz, kötü yorumlara eyvallah deriz.
ama geçmişten kalan kuyruk acılarını böyle ortamlara taşımanın dünyanın en aptal şeyi olduğunu düşünmeden edemiyorum.
hele ki böyle kaçak dövüşerek.
beni de çok ilgilendirmeyen bir konu o ayrı, başıma gelmedi, ha gelse ne olur, pek de bişey değişmez, buyurup herkes yazabilir ama insanı içinde olmadığı durumlara kendi keyiflerine göre dahil etmek ancak ruh hastası kişiliklerin yaptığı bir şeydir.
az önce okudum, bir abimiz çok da güzel yazmış, " eski osmanlıca laflar edince çok mu kültürlü olduğunu zannediyorsunuz" gibi birşey, tam olarak bu olmasa da, ne kadar haklı!
kıçını kasıp da 2 kelimeyi en olmadık biçimde ard arda getirerek, arasına da kendince veya "kendilerince" anlamlar yüklediği nacizane sözcükleri takıp da gizemli havaları yaratmaları şu monoton hayatımı oldukça renklendirdi.
hava da sıcak, istediklerini oldu mu bilmiyorum ama soğuk bi bardak su çekseler üstlerine ferahlarlar kanımca!
böyle güzel insancıkları seviyoruz.
yollarına bu şekilde devam etmelerini diliyoruz.

14 Temmuz 2009 Salı

çamurluk

kulaklarım çınlıyor, benden başka duyan yok mu?

bir insan bir göz hapsine bir ömrünü verir mi...
önce dolup sonra taşıyorum, sonra tekrar sonra tekrar..
yıllar geçse de unutmayacağım konuşmalarım oldu son zamanlarda,
hayal kırıklıklarıyla doldum,
henüz taşmadım ama..
sırtımı dayadığım hayallerime yaslanıp da dinleniyorum sürekli,
yoksa altı delik bir ayakkabı gibi birlikte yürüdüğüm ama tüm pisliği içime bulaştıran yol arkadaşlarından yorgunum..
yorgun ruhların dinlenme istasyonu
acıların, düş kırıklıklarının, öfkelerin yatağıma bırakılıp da gidildiği yer,
benim cehennemim, onların cenneti..

ruhumu kanatan, tenimi acıtan ne varsa yaşadığım bırakıp da yürüyorum.
yağmurda su alan delik ayakkabımla..
benim hayatımda yalnızım, hiç olmadığım kadar..
dinleyen olmak ve zamanla sağırlaşan kulaklarım..
şarkıların anlamı benden uzaklaşıyor,
bu kadar elastik olmasaydım keşke, kırıldığımda yere düşen parçalarımı gösterebilseydim
sağa sola eğrilip de inceldiğim yerden kopamamak..
kendimi çamurluklara benzetiyorum son zamanlarda, darbelere dayanıklı
kırılmayan..
çamurluk..
görevi çamurdan korumak olan..

hiç bir farkım yok..

7 Temmuz 2009 Salı

tabi ki her kararım gibi, az önce verdiğim karar da aniden değişmeye mahkum bırakıldı zihinsel bi takım çıkmazlarımdan dolayı.
kendi içinde kimseye anlatamadığı çok şey olan insanlardanım ben de..
kendi kendini kasan tiplerden oluyorum bazen.
düşünerek konuşmayı seviyorum ama bi yandan da ağzımdan istediğim şekilde çıksın da istiyorum.
bu demek oluyo ki, ben ne zaman çok düşünsem asla istediklerimi söyleyemiyorum.
küçük bir mola aldığımda karşımdakinden, kaçıp da yastığımın altına sakladığımda kafamı, biliyorum ki istediklerim yine bende kalacak.
biliyorum ki mantıklı cümleler kurmaya çalışırken, yine en mantıksız olanlar çıkacak ağzımdan.
yazarken bile açık vermemeye çalışıyorum sürekli, okunma kaygısındanmıdır yoksa itiraf etme korkusundanmıdır bilinmez.
bi süredir aitlik duygusu üzerinde düşünüyorum.
kendimi ait olduğuma inandığım yeri ve kişiyi bulma çabasındayım.
iyi, kötü, çirkin, pis, güzel, şımarık, şakacı.,suratsız, çekilmez, anlayışlı ve anlayışsız halimi seriyorum ortaya..
bilerek yaptığımdan da değil asla, içimden geliyor sadece ve biliyorum ki içimden gelenler bilmediklerim.
bilmeyi ertelediklerim.
insanın kendi hayatı üzerine oynaması en adil olanı, seçimler bana ait.
aitlik duygusu ararken kendimi bulabiliyorum sadece, o da çok ufak bir kısmı onca yabancılaşmış duygu arasından.
ben gündelik hayaller paylaşmayı tercih ediyorum insanlarla.
ama içimde delice bir arzu var kendimi açmak gibi.
yapmak istediklerim o kadar çok ki hepsini yapmaya ömrüm yetmez.
"peki neden?" sorusuna kesinlikle cevap da veremiyorum.
nefret ediyorum nedenlerden niçinlerden, sorular beni öldürüyor ama sakin duruyorum illa da..
karşımdaki herhangi bir olayda beni değilde hala kendisi adına bir çıkarım yapmaya çalışırken buluyorum ilişkilerde kendimi sürekli.
birden anlatmaya çabalarken görüyorum aynada suratımı.
çünkü bu yüzden çünkü şöyle diye..

günlerdir aynısı oluyor, kendi hayallerimi yaşatmak istiyorum biyerlerde.
koca birgün sadece kendimi anlatmak istiyorum.
anlayabilecek yetisi olan birileriyle konuşmaya ihtiyacım var.

bir zamanlar beni öfkeden çılgına çeviren doktorum
düşersen ben aşağıdayım demişti.
o da dinlememişti.
ben zaten aşağıya hiç bakmadım ki..
olsa da görmezdim ya
neysee..

bi ööle bi bööle

tekrar merhaba, uzun zamandır yazmamıştım, kendi derdime düşüp uzaklaştım blog aleminden ne kimseyi okuyabildim ne de yazabildim. ama bütün gün çikolata yeme dürtüsüyle başetmeye çalışırken, malum kimilerinin iki lafından birisi şişko oluyo bana( hayır şişko falan da değilim yani) kendimce bir irade testi yapmaya karar vermiştim.
onun yerine 10 kglık bir karpuzu eve kadar taşıyıp, çikolata isteğimi böylelikle engeleyecektim, ama işte ilahi adalettir ki, almanyadan bir komşumuz geldi!
kaptım çikolatayı, 1 dk'yı geçmeden hepsini bitirdim.
fındıklı fındıklı böyle, buzdılabından yeni çıkmış kıtır kıtır..
afiyet olsun bana
neyse
bilen bilir ki acayip rüyalar görürüm, ama her zaman içinde bir gizem bir anlam taşıyan rüyalar olurdu ( lafa bak)
artık ne kadar s.kindirik rüya varsa en kadar anlamsız rüya varsa görür oldum, beynim rüyasal çöplüklerle dolu dolaşıyorum.
mesela o gün yürürken elma çöpü mü gördüm, hemen gecesinde elma çöpünü süper senaryolarıma dahil edip, başı kıçı belli olmayan şeyler çıkarıyorum ortaya.

kendime saygımı kazanıp kazanıp tekrar kaybettiğim bir dönemdeyim
ruhumun süzgeçi bozuldu, en folloş deliklisinden süzüyor bu sıralar.
sallama çay gibiyim daha çok..
2 dk da demlenip içilen cinsten,, şöyle efendi gibi demlenmeyi beklemeden.
bi orda bi burda belki o yüzdendir.
tam bunları yazarken yine sinirimi bozan bir haber aldım
bi yandan canım sevil hocam şirin de bir mesaj attı facebooktan keyfim yerine geldi.
anlıycağınız 2 dk içinde sinirimi bozup ve tekrar mutlu olmayı başarabilen saçma insanlardan birisiyim.
son enerjimi de burda yazarak saçmalamaya değil de şu tezin son düzeltmelerini yazmaya harcıycam
sevgiler.