23 Ağustos 2010 Pazartesi

kapı deliği


“Hissettirdiğin tüm güzelliklerin karşılığını verir gibi bir gülümseme” tam da aradığım buyken söylenmişti. Yoksa olabilirmiydi bir bu kadar güzel. Elbette olamazdı.
Doğru zaman, doğru yer ve doğru kişi üçlemesi çok doğru bişeydi. Bir tanesi eksik olsa çember tamamlanamıyordu , ucu açık bir düz çizgi oluyordu, firar ediyordu bişeyler hemen.
Herkes çok mu mutluydu yoksa? Yoksa kimse masaya dirseğini koyarken dirseği kayınca utanmazmıydı? Salak gibi hissetmezlermiydi?
Ya da; tam da yanından çok güzel bir kız veya çok yakışıklı bir erkek geçerken takılıp düşecek gibi olunca hızla uzaklaşmak istemezmiydi, beceriksizliğinden utanıp?
Ayran içerken bıyık olunca dudak üstünde, hamburgerin ketçapı çenesine bulaştığında, olmadık bir yerde olmadık bir yapınca işte ama insanca
Utanmazlarmıydı?
Bir tek ben mi çok gülerdim kendime ve takardım kafama? Bilemiyorum. Uzaktan görünen “karizmatik” görüntünün altındaki gerizekalıya ben mi gülüyoruım bir tek. Avusturalya ile Avusturyayı ömrümün sonuna kadar karıştırmak mı zorundayım mesela?
Utanmam var ama yok benim. Herşeyi itiraf etmeyi seviyorum. Çünkü zayıf yönlerimi bile söylemek bana heyacan veriyor, kendimi daha güçlü hissediyorum. Sayfalarca sürecek bir itirafname yazabilirim.
Biliyorum ki, hatta bilmek de eminim ki bu blogu gizlice okuyup benden nefret etmek için kendine malzemeler toplayan insanlar var. Aa gördün mü bak ben ondan daha şöyleyim böyleyim diye kendilerine motivasyon sağlayan tipler.tüm bu malzemeleri ben veriyorum size. Kendimi mükemmel, sıradışı, burnu kaf dağında bir tip gibi göstermiyorum.
Özellikle anlatıyorum. Bu malzemeleri ben yaratıyorum. Hoşuma gidiyor çünkü. Zevk alıyorum ve keşke demeseymişim dememek için dönüp okumuyorum bile yazdıklarımı.
Biliyorum ki, hayatta herşeyi kendi adıma daha yaşanılası, daha kolay, daha kavgasız ve daha düzgün yaşayabilme, bu duruma sokabilme yeteneğine sahipken bunu tercih etmiyorum. Çünkü kendimi karaktersiz hissedeceğimden korkuyorum.
İçimde belki çok pis bir yalancı var ve ben bu dürüst ve açık olma maskesiyle kendimi rahatlatıyorum.
Kendimle baş ediyorum. Baş edebiliyorum. Başkaları benle baş edemiyor olabilir. Edemiyorlar da. Hani zurnanın zırt dediği delikteyim ben. Okunmak, anlaşılmak, haklı olmanın derdinde değilim.
Herhangi bir şekilde, koşulda, kendimi engelleyip içimden gelmediği gibi davranırsam eve gelip ilk bulduğum iple kendimi tavana asabilirim.
Ve işte bu yüzden son günlerde pek de bişi umrumda değil. Umrumda değil çünkü kendim için buna ihtiyacım var. Mecburiyetten aramam gerekenleri de aramıyorum. Çıkmıyorum istemediğim telefonlara. Görüşmek istemiyorsam görüşmüyorum.
“durum”un öyle daha iyi mi yoksa daha kötü mü olacağıyla ilgilenmiyorum. İlgilendiğim tek şey çıldırmaya az kalmış kendimi dizginlemek.
Yaşamayan bilmez ama yaşasan da belki seninki benimkine benzemez. Ne bileyim buna benzer şeyler.
Anlamaya çalışma. Anla.
Anlamak için sana sayfalarca yazı. Maskemi fırlatıp atmış yazıyorum.
Oku. Gerçekten okursan anlarsın ancak. Gözün değdi diye tüm kelimelere anlayacağını sanma. Olmaz.
Kapı deliiğinden gizlice içeriye bakıp neler olup bittiğini anlamaya çalışan bir çocuk merakındasın. Neler olup bittiğini ve neden böyle olduğunu bilmek istiyorsun sadece.
“noldu?” diyorsun. Ama ben sana her seferinde “ne hissediyorsun?” diye soruyorum.
Hissettiklerin ve hissettirdiklerinle ilgileniyorum. Bu yüzden daha iyi tanıyorum seni. Sen bu yüzden ne yaparsan yap beceremiyorsun belki de.
Yada sen doğruları yaparken ben beceremiyorum. Duyulan aynı şey sanılıyor şöyle bir dinleyince, ama aslında tek bir notasıyla farklı belki de.
Ben sadece o tek notayı arıyorum sende. Bütün hissiyatı değiştirebilecek o tek notayı.

Hiç yorum yok: