31 Ağustos 2009 Pazartesi

bana kalbini ödünç verebilirmisin?

O NE DER BU NE DER DİYE BİŞEY YOK ARTIK.

UMRUMDA DA DEĞİL A.Q.

neyse, içler acısı bi haldeyim bir süredir.
ne konuşacak ne anlatacak derdim var zaten sormayın!
içimdeki öfkeyi kussam şöyle bir rahatlarım.
bir gece, kendimi boşlukta hissettiğim gecelerden birinde, alakasız ve aslında hiç olmamam gereken bir yerde içmiştim. içip de sızanlardan olsaydım keşke.
tüm gece gidecek bir yerim olmadığı için, koltuğun içine gömülmüş, ne zaman kusacağımı tahmin etmekle uğraşıp durdum. bir nevi koyun saymak mantığı.
ha şimdi ha sonra...
neyse uyuyamadım tabiki.
içimdeki panonayak yaratık konuşup durdu, uyuma, sakın uyuma diye..

ben bir kanedepe, bir başkası kendi yatağında..
böyle saçma sapan
öylesine silik ve kayıp
içimdeki boşluğu doldurmaya geldiğim yerde aslında yapayalnız..
kusmuklar ağzıma dolup dolup boşalıyormuş gibi leş gibi bir tad ağzımda
birisi içmiş ve sıçmış ve bende onu yemişim gibi afiyetle..

o zamanlar yine, o boşluğu doldurma duygusundan olsa gerek, süslenmeler püslenmeler,
ojeler, rimeller ve parfümün, koltu altı zımbırtılarının her türlü kokusunun üzerime sindiği zamanlarım..
çok da uzun değil aslında..
1 sene veya 1 seneden biraz fazla..
sorarlarsa, bilmemkimin yanında kalmışım o gece.
başkası sorsa, uykum gelmiş erken uyumuşum o gece..
o sorsa "garip bir sevgiden" dolayı burdayım falan.
bana sorsalar bir cevabım yok.
kendi içimde tutarsız, sadakatsiz ve öfkeliyim.

"içmem yeter" dedikçe, dolan kadehler..
kapattığım kapılarımı maymuncuk misali kurnazca açmaya çalışan bir "yitik"
sorular sorular..
nedenler niçinler..
şarhoşluktan değil, boşluktan dönen bir kafa..
ben kanepede
o yatağında..

arada bir asırlık uzaklık var sanki, elini uzattıkça parmakları yokoluyormuş gibi..
yaklaştıkça uzaklaşıyormuş gibi..
sabahın en güzel yerinde,
kuşlar falan da ötmüyorken üstelik, kuş yok çünkü oralarda
o kalabalıkta kuş olmaz..
evimden duyduğum martı sesleri yok o sabah..
dayanamıyorum.
1 göz evin tuvaletine kafamı sokup kusuyorum..
sanki burnumdan ve gözlerimden de kusuyorum gibi..
her tarafım yanıyor..
yere çömelip duruyorum.
kapı kilitli zaten.
"iyi misin?"
cevap hep aynı!
"iyiyim" "ben hallederim"
hallediyroum evet, kusmuklarımı temizliyorum, yüzümü yıkıyorum ve dişlerimi fırçalıyorum.
kurumuş suratıma en yağlısından vıcık vıcık kremi de sürüyorum.
beni gören kimse beni tanıyamaz o gün biliyorum.
tuvaletten çıkıp yine, ordaki en güvendiğim yere oturuyroum, kanepeye..
-noldu?
-hiçbişey, geçti ya rahat ol, ee sen gitmiyomusun?
- evet gidicem şimdi hazırlanıp.
-ok bende çıkayım o zaman..
- bi asprin vereyim mi?
- gerek yok
-bence sen çıkma, biraz uyu, böyle dönme, sonra kapıyı çekersin giderken bişi olmaz
- olabilir, bakarız...

düşmanımla konuşuyor gibiyim, oracıkta öldürebilirim.
ama hiç bir sebebi yok ona göre
suçlu o çünkü
dolduramamış bi kere o boşluğu, başaramamış...

gitti, bir öpücük almak istedi, kafasını uzattı, elimle ittirdim..
midem bulanıyormuş gibi elimi ağzıma götürdüm..
gitti, içimden bir his bir daha görmem onu diyordu..
pencereden baktım..
içimdeki boşluğu daha beter büyütmüş ona bir baktım, el salladım...
beni iyi hatırlasın da istedim.
o geceye ait büyük hayal kırıklığını biraz olsun hafifletmek istedim.
etrafı topladım.
not bıraktım
"bir daha ki sefer olursa, orda görüşmek üzere" diye
umut vermekten korkan ve aslında çok net bir şekilde..
çektim kapıyı..
gittim.

gitmelere alışık olduğumdan değil, gidilmelere alışık olduğumdan üzüldüm sonra çok..

birileri giderken arkadan bakandım ben hep..
el sallayandım.
duyulmayacak şekilde gitme diyenlerdendim..
tüm mesajları saklayıp da sonra sinirlenip hepsini silen ve pişman olanlardandım..

yüzü kızartmaktan ve soymaktan başka bir işe yaramayan sivilce kremleri gibiydim ben hep.
tedavi ederken en boktan izleri bırakanlardandım.
veya yüze sürülen pudralar gibiydim hep,
havasız bırakıp da daha beter yapan.
sonra da kendi ayıbını örtmeye çalışan bir pudra gibi..

niye geldi bunlar aklıma bilmiyorum..

ama devamı da var..
bu günün sonrasında..
o son el sallamadan sonra..
dayanamadım, delirdim resmen.
gittim tek başıma içtim.
nefret ederken içkiden ve beceremezken hiç
denedim yine..
sonra bir başkasına "gel" dedim.
gelmedi..
"gel" dedim.
gelemem dedi..
"gel" dedim,
mümkün değil dedi..

ben istekleri olmayan bir canlı türü olmalıydım.
istekler gerçekleşmiyorsa ne anlamı vardı ki o zaman istemenin.
istemek bir söz öbeği değildi dilimden dökülen
istemek bir umuttu ya çoğu zaman.
koparıldı işte içimden hepsi..

bir hayat muhasebesi bunlar.
geçmişe özlem veya geçmişe küfür değil

yazmamıştım bunları, anlatmıştım ama yazmamıştım.
benim yazmadığım hiç bir duygu gerçekten acıtmamıştır beni
bilirler bunu..
beni bilenler..

ben şimdi "aşk" dediğime özlemdeyim.
seviyorum da çok..
dün gece o aynı boşluğu hissettiğim anda
korktum..

"bencil" olan ben, bencil olmaktan korktum..
ben değişmek istedim dün gece..
ben sevmek istedim yanımda olsaydı..
ve balkondaydım, oturuyordum konuşmadan önce,
kedilerime bakıyordum uzaktan,
bir motor sesi duydum,
onun motorunun sesine benzettim.
"geldi" galiba dedim..
aklıma çirkin görünüp görünmediğim geldi ilk..
hemen üstüme bişey giyip aşağıya inmek geçti..
bekledim.
motor sesi uzaklaştı...
o değilmiş..
sonra telefon çaldı...
açtım bu sefer..
ve konuştuk..

onun suçu olmayan bir hayal kırıklığıydı dün yaşadığım..
saate bakmıştım,
son mesajından bu yana yarım saat geçmişti,
belkide tam da şimdi gelmişti işte..
gelmemişti..
başka zaman gelse belki istemezdim
ne gerek var derdim..
dün olsa sarılırdım ve ağlardım ben..

sonra gece bitti.
sabah oldu..

yeni bir gün..

hayat muhasebesinde borçlu çıktım yine...


ey aşk!
bana kalbini biraz ödünç verebilirmisin?

söz
geri öderim...

30 Ağustos 2009 Pazar

kelebek'e


bu yazıyı yazdıran dün sokağın ortasında ezilmiş bir kelebekti.

tek kanadı tamamen bütünleşmişti asfaltla..

elimle alıp kaldırmak istedim, parçalanmasından korktum.

ve bıraktım onu orda öylece,

nasıl olsa öldü diye..

ve
uzaklaştım..

en çirkiniyken bile gözlerimiz kapatıp da bir an en iyisi olduğumuzu hiç mi hayal etmedik?

ve sanat önce ruhta başlar bedende değil...

şimdi benim kırmızı ojelerim kimin için?

niçin?

ve belki ben de kendi sanatıma tutukunum

belirsizce

anladım..


özgürleşmenin kırbaçlayan sanatı..
aşk!


"gerçek sanatçı, geleneğin eksikliğine ve sırasına eli değecek kadar önde, deliliğin saçmalığına düşecek kadar da kenarda olabilendir."

Özdemir Asaf- Yuvarlağın Köşeleri

ben şimdi dinlerken yeryüzünün en güzel kadını söylüyor bu şarkıyı diyorum.

Amy Winehouse- back to black

resimlerden ve suratlardan uzaktan bakınca..


...ve ben anladım artık onu.

deliliğine ve saçmalığına alıştım.

ve bu "sanat" beni delirtse de,

aynı yerden bakıyoruz gökyüzüne.

saçmalama sanatında alkışlarken

birbirimizi..

aynı sahnede!

yüzyıllık kelebekler sahnesi!



25 Ağustos 2009 Salı

ödül!


ödüllendirildim şimdi de,

yeni bir şey daha öğrendim bugün yine

ve hemen uygulamaya geçicem demektir bu!

benim de öncelikle teşekkür etmek istediklerim olacak elbet.

öncelikle tabi ki ay köpüğü


ve sonrasında, aramıza yeni gelen StoLavorando

beni daha önce mimlemiş olan marléne

canım dostum sonra

vee tabiki hatun kişi müstesna işler


evet şimdi gelelim benim ilginç 7 şeyime:)


- kedilerle ilgili batıl inançlarım vardır. kutsal ve farklı yaratıklar olduğunu hep düşünmüşümdür. aşık olacağıma inandığım kişinin ismini daha ortada fol yok yumurta yokken yeni bulduğum yavru kedime vermem de bu yüzdendir. nitekim öyle de olmuştur ikiside. sokakta cool erkek, evde sevgi pötürcüğü. ikisi de çok özeldir benim için.


- balıktan nefret ederim, görüntüsü ve kokusuna tahammül edemem ama yalnızken gizli gizli ton balığı ve eminönünde balık ekmek yerim.


-içinde bas gitarın olmadığı müziğe (özür dilerim ama) ben pek müzik diyemem.


- saçımı kızıldan başka bir renge boyarsam başıma kötü şeyler geleceğinden korkarım. 12 senelik bir tutku vazgeçemiyorum:)


- bir erkeğin önce poposuna bakarım. ve bütün kadınların da söylemese de bunu yaptıklarını düşünürüm. aslında bir çok erkekten daha fazla dış görünüşe önem verdiğimize inanırım.


- çöpçatanlık yapmaya bayılırım. kralını tanımam.


- eğer biyolog olmasaydım kesin dedektif olurdum. acayip meraklıyım:)


SANIRIM BEN DE SIRAMI SAVDIM:)

bir yanlışım varsa eğer, "sen buralarda yenisin galiba" diyip geçin.

sevgiler!

22 Ağustos 2009 Cumartesi

Hang-Drum

kaka-müziko

müzik aşkı????
yoksa?
:)

20 Ağustos 2009 Perşembe

uyku

soslu fıstık ve soğuk çay..
son kalan 3 dal sigara...
patlamış bir lamba,
en kötü sarı ışığı veren enerji tasarruflu ampul mecburiyeti..
tüm mecburiyetlerin içinde en boğucusu şuan..

"If we cannot make babies, maybe we can make some time
Thoughts of pretty u and me, erotic city come alive
We can funk until the dawn, making love til cherrys gone
Erotic city cant u see, thoughts of pretty u and me"

sigaramın biri sana
biri bana
birisi de bize
saklıyorum hepsini şimdi
gecenin ilerleyen saatine

"kan yaşamdır" diyen bir dracula efsanesi, siyahın üzerine kırmızı yazılı bir kupa
onca anıyı doldurup doldurup içine boşaltmış bir bardak bu
içinden içtiğim çay değil, geçmişim sanki..
dönüp bakınca hırpalayan bir geçmiş.

.....
uyudum evet, hem de hiç bir şey hatırlamaksızın, sadece bir an için üşüdüğümü hatırlıyorum..
bir ter damlasının üzerine üflenen bir nefes gibi
yokluğu hatırlatan bir üşüme bu.
varken yokluğun korkusunu hissettiren
oysa
vardın..

dile gelmeyen tüm sözler için

GAŞUK!
bu söz tüm "kıyamam"lara gitsin..
bizden..
:))

17 Ağustos 2009 Pazartesi

mimlendim!


mimlenmişim evet.
önce baktım,anlamadım tabiki, blog yazarı olarak böyle birşeyden haberdar olmamam tamamen benim öküzlüğüm kanısına vardım en sonunda..
sevgili marléne 'e beni kendime getirdiği için teşekkür ediyorum:)
henüz teknolojiyle (ama gerçek anlamıyla teknolojiyle) çok barışık birisi değilim.

şimdi geçelim sorulara evet geliyor:)

Bloguna neden bu adı verdin?

Blackinwhite bir ruh halidir herşeyden önce benim için. Aslında tam olarak vermek istediğim ad bu değildi. Ama siyah ve beyazın bendeki yeri küçümsenemeyecek kadar fazla olduğu için, zencilerin hele ki açık tenli olanların (her ne kadar kafa karıştırıcı olsa da) itaf ettiğim tüm anlamları taşımasından dolayı seçtim. Siyah ve beyazın temsil ettiği tüm duygular, her iyiliğin içinde bir kötülük ve her kötülüğün içinde bir iyilik olduğu felsefesi falan filan. Hah işte neyse buna benzer şeyler. Siyah ve beyaz olarak iki uçta dolaşırken ben çoğu zaman, ikisinin iç içe olması arzumun da bu fitili ateşlemesiyle çıkmış bir blog ismidir.

Blog yazarken star tribiyle istediğin, olmazsa olmaz şeyler var mı?

Kendimi sorgulamadığım bir yazıya ben yazı demem. her yazıda üstü kapalı altı açık farketmez kendime verip veriştiririm. bazen de başkaları nasiplenir ama olsun. sorgusuz yazı olmaz bende.


En son satın aldığın garip şey?

bir Rc tarantula, tamamen bir saçmalık! kediler bile korkmuyor, amacıma ulaşamamışım demektir bu. ama yine de anısı büyük, seviyorum.. yada uzun zamandır garip bişeyler satın almamışım...

Şeker gibi bir insan olduğun anlar?

Karnım tok, sırtım pek ise her an şeker sayılırım:) ya da ben öyle düşünüyorum?

Arkadaşım sormayın artık şunları ! dediklerin?

bu yazıda kime laf koydun? ne demek istedin ? neden? niçin? kim? kiminle? nerede ? nasıl ? soruları...

Seks'in sendeki rengi?

Kesinlikle lacivert, deniz fenerinden geceye ve denize bakarken tüm gözlerin görebildiği en baskın renk.

Aynaya baktığında gördüğün?

Uyandığımda biri büyük biri küçük görünen gözlerim. İçimde çok gezeve bir tip var, ara sıra onunla da karşılaşıyorum. aynada kendimi göremediğim de olur.

Kendini okutan blog dediğin?

Farklı olmaya çalışmadan, özentiden kaçan ve her konuda fikri olan bir blog. Çok içten ve samimiyetle söylüyorum! misal müstesna işler

Bu blog sahibi/sahibesiyle karşılaşabileceğimiz mekanlar?

Göztepe özgürlük parkı, fua cafe havuza bakan masalardan birisi.
Cerrahpaşa mevkii, Adli tıp enstitüsü bahçesindeki banklar, durmaksızın sigara molası veren şuursuz kişilik olarak ben.

aa ne çabuk bitti, daha yeni ısınıyodum:)
bu arada mimlenmek güzel şey vesselam, ben de birilerini mimlemek istedim nedense
hadi hayırlısı:)
sevgiler!

15 Ağustos 2009 Cumartesi

evrim tartışması

gurur duydum gerçekten!
ama öyle böyle değil, tüm gece yatıp içten içe gururlandım.
bilimadamlarına
hele ki kendisini böyle güzel savunan, tüm açık kapıları suratlarına çarpan, bilimsel ve gerçekler üzerinden konuşan bu güzel bilim adamlarına hayran oldum.

ben iddia ediyroum ki türkiye'de evrimi bir televizyon kanalında böyle anlaşılır ve gerçek anlatan başka adamlar olamazdı.
Ergi Deniz Özsoy ve Hasan Aydın tabiki bunlar
Ender helvacıoğlu'nun saldırgan tavırlarından hiç memnun kalmasam da
genel olarak programın çok başarılı gittiğini düşünüyorum.

bir biyolog bir genetikçi olarak, aslında bu güne kadar anladığımız kadarıyla evrimin, aslında öğrencilere gayet iyi bir şekilde anlatıldığını, bu güne değin bunu anlamamış olanların,bunun eğitim eksikliğinden değil içlerindeki "bilim korkusu" - dinden çıkma endişesi olduğu apaçıktır.
ama programda Ergi beyin de vurguladığı gibi, "okuyun, öğrenin" demesi tam da can alacı noktaydı.
Allah da böyle demedi mi? "oku"
okumadan ve bilmeden nasıl fikir yürüteceksin?
HAsan aydın'ın bir ilahiyatçı kimliğiyle programa dahil olması da, ve bu kadar yumuşak başlı ve mantıklı cevaplarıyla da din ve bilimin birbirine düşman olarak gösterilmesinin yanlışlığını ispatlamış olması mutluluk vericiydi.
aşağılamadan, suçlamadan ve samimiyetle..
Adnan hocacıların, Darwin teorisine şeytan işi yakıştırmaları, Babauna'nın ortadan kaybettiği türk halkının kanları, Masonluk saçmalığı, bir müritler ordusu bunu zaten anlamayacaktı, çünkü onlar da tabiki bu düşünceden ekmek yiyorlardı.
en kolay istismar edilen olgu olarak din ve inanç anlayışını, kendi "nedendir bilinmezlerine" göre alet etmeleri çok utanç verici açıkcası.
ara form bulana 10 trilyon vericem demek ne demek?
- peki siz o parayı nerden bulucaksınız ? sorusuna karşılık ise,
- siz merak etmeyin, ben bulurum diyen bir şaklaban ( sözde din adamı!!??)
ben merak eidyorum, bilimle alakası olmayan , hayal dünyalarında kaybolmuş bu adamlar kimlerin kuklası acaba?
bu ezbere sözleri kimler öğretmiş onlara?
en büyük endişem kendi fikirleri olmaması,
eğer kendi fikirleriyle zaten zararasız birer cahiller ordusu diyerek kestirip atabiliriz ama arkalarında duran başka güçler varsa, bu çarpıtmayı ve propogandayı tetikleyen başka kişiler varsa, Türkiye'nin geleceğinden korkar durumdayım.
ama dün yapılan gerçek anlamdaki "bilimsel" açıklamalarla, evrimi ve darwini anlamayanların gözlerinin açıldığına şahit olduk.
tüm yorumlar bu yöndeydi.
aslında biraz da kendi kazdıkları kuyuya düşmüş durumdalar.
ben adnan hocacıların ve etrafında dolaşan yandaşlarının biraz daha gözlerini açmalarını, biraz daha öğrenmelerini, herşeyden önce "oku"malarını öneriyorum.

bu kadar!

13 Ağustos 2009 Perşembe

bir aşkın uğrunda diz çökerken, ruhun dimdik ayakta kaldığı hikayeler var..

ben aşıkların gözlerindeki şeytanların savaştığı yerden geldim çok "az öncelerimden" birinde..

ve ben bilirim ki,
ölürken bir aşk
çığlık atmaz asla..

kabulleniş de değildir onunkisi..
saygıdır ve en çok da
affediştir kendini..
aşka sahip çıkamamamın suçluluğuyla
öldürürken sevgisini..

ve hiç bir ölüme bu kadar çok üzülemezken..

günlerin geceleri kovaladığı, hangi gün neye niçin ağladığımı bilmediğim
sayısız günlerim oldu.
günler çoğalıp haftalar, aylar ve yıllar oldu..
ne üzebilirdi ki başka?
ne acıtabilirdi başka beni söyle?
yüzlerce hikayeler geçti ellerimden
satırlarımda öfkelerim yolunu kaybetti de sonu unutuldu..
hep sonu olmayandı ya işte bu yüzden tüm hikayelerim..
bir daha başlama cesaretini de göstermezdim..
aynı çay bardağında 2 dudak izini taşımak..
aynı sigaraya değen yine o aynı 2 dudak..
aynı yastık, aynı yorgan..
aynı düş değil belki ama aynı yatak..

geçmişten fırlatılan bir ok, deldi geçti kalbimi şimdi..
özlem gibi de değil bu
ölüm gibi..

sanki kendi kısır döndüm gibi

aynı his oturdu az önce kalbime..
aynı o bilindik titreme...


bir iddia uğruna kendini öldürebilecek kadar kanıtlarım kendimi.
kayıtsızlığım beni çürütse de dayanırım biliyorum.
bu benim işte
ve lanet olsun
değişemiyorum!

relax!


taş meclisi diye okuduğum bir kitapta, "frankie goes to hollywood" diye bir gruptan bahsediyordu. böyle bir grup var mı gerçekten yoksa bu da kitap gibi kurgu mu diye düşündüm, ama evet böyle birşey varmış!

oha dedim sadece dinlediğimde, kitabın yazarının seçimine hayranlık besledim
kanım ısındı
içim kıpırdadı

eminim dinleyenlerinde (eğer benim ruh halimdelerse) tüyleri diken diken olabilecek
gözbebekleri büyüyecek
avuçları terleyecek
ve eğer anlarlarsa anlatılanları
içlerinde garip bir sevişme istediği uyandığını farkedecek!

"Relax dont do it
When you want to go to it
Relax dont do it
When you want to come"

merak ettim diyenler için hemen solda player'da ilk şarkıdır kendisi efem..

özellikle
2:15-2:35 sn dikkat


offfffffffffff
içimdeki psikopat bile dans ediyor şuan!
o derece...

That bitch ain't a part of me


"fisher- too late"
bir gözyaşının merceğimdeki yansıması!

içimde anlamsız bir hüzün var,
ismi sanki terkediş ve ismi sanki veda
ismi sanki "hüzünlü orospu"
tıpki kitaptakiler gibi
hüzünlü orospular birer birer kapıyı çalıp da içeriye giren..
hani o kapıdaki terlikler hissi
yanyana duran
dışarda bekçi..
izinsiz sahipler
isimsiz aşklar
benden gizli
benden öte
benim içimdeki hüznü donuk fahişe
buz kesmiş sokak kadını
her kapının ardında
her çekmece de
her kağıtta ismi yazılı
"elvedasız" bir düşman
gitmeyi bekleyen
giderken tökezlemekten korkan.

huzursuzluk var bugün
içimde..
geçlerin en gecesinde
ve erkenlerin en üşüten sabahında
olduğu gibi
telleri olmayan bir gitar gibi
işlevsiz
kimsesiz
asılı duran "gezegenin boşluğunda"
kıyamet vaktine kadar
geçen saniyeler..

geçmek bilmeyen!

hüzün
ben
sen..
hepsi bende
bırak saklı kalsın..

"And I can’t walk on water"

9 Ağustos 2009 Pazar

vagina song

bir kongre günü, ben sıkılmış "the vagina song" u söylüyordum, nedense içimden de, burası trabzon kim ne anlar diye geçiriyordum, kongrenin anadilinin ingilizce olduğunu unutarak.
ve yine otelin balkonundan ayaklarımı sallayıp, intihar teşebbüscüsü kıvamındayken pek bir hoş olmuştu mırıldanmak..
akıp giden dereye doğru ve tüm şaşkın bakışlara rağmen:)

"Nothin could be finer
Than to be in a vagina
In the morning "

insanın erkek olası geliyor!!!

6 Ağustos 2009 Perşembe

Skunk Anansie- Charlie big potato

playlistimden bir zamanlar düşürmediğim şarkımdı benim.
az önce karşılaştık tekrar..
beni yine benden aldı..
dinlemek isteyenler için sağda playlistte var:)

"a-lone "
tüm potansiyel tehlikelerine rağmen, sen ve ben
iyiyiz ya
fena sayılmayız bence :)
yalnızlığı sevdiğimi zanederdim.
kendimi kandırıyormuşum.
aslında benimkisi yalnızlık da değil,
sanki koskoca bir sessizlik var etrafımda, beni anne kucağı gibi sarıp sarmalamış.
gece üşüyünce üstümü örten bir yalnızlık bu..
hani herkes yalnızlığını yanındaki yastığa bırakıp da uyurmuş ya, en klişeleşmiş haliyle aşkın tarifi gibi.
ama hayır, benim yok öyle bir yastığım..
olmasını çok arzuladığım ama, sanki gün geçtikçe uzaklaşan bir hayal gibi gelmeye başlayan.
dün çok güzeldi.
çocukları okul çıkışından almaya gittiğimizde, hala lisedeki yaramazlıklarımızı yapmaktan utanmayan çocuk ruhlu çiftler gibiydik.
durup durup ayağa kalkan ve gülümseyen bonus kafalı halini hayal ettim gece..
salonda uyumak istiyorum bikaç gündür.
televizyonun karşısında, kendi evim olduğunda yapacağım gibi.
silik silik hatıralar var aklımda hala..
zihnimde her dakika gülümseyen sen varsın.
bir an olsun mutsuz hatırlamıyorum seni.
şimdi de öylesin.
mutsuzluğunu saklamaya çalıştığında da beceremiyorsun zaten.
bu hoşuma gitti çok dün düşününce.
sanırım seni her zaman en iyi ve en komik hallerinle hatırlıycam
geçmişimdeki onca asık suratlı, dertleriyle beni boğanların içinde
bir tek sen varsın, arka sıradan bana bakıp da gülümseyen.

senin ilk gülümsemene aşık olmuştum zaten..
bak şimdi hatırladım..
ne gariptir..
beyaz kirli bir kedide seni bulduğumu sandım.
şimdi odamda halıyı tırmıklarıyla mahveden kedim gibi..
seni bulduğumu sandım..
senden bu kadar eminken..
dün korktum biliyorsun..
sadece sevdiğimden..